TASAVVUFUN KAYNAĞI KUR'AN ve SÜNNETTİR
--------------------------------------------------------------------------------
Hedefi Allah (c.c) rızası olan bir hareketin, ilahî ölçülere uyması şarttır. İlahî ölçüler, Kur'an ve sünnetle belirlenmiştir. Kur'an ve sünnetin ortaya koyduğu ölçülerin tamamına İslam denir.
Allahu Teala, İslam'dan başka bir din, yol, felsefe ve hareketi kabul etmeyeceğini açıkça bildirmiş ve bunu kesin hükme bağlamıştır.(Âl-i imran, 85.)
Hz. Resûlullah (s.a.v) ise dini hayatımızda kendisinin konumunu şöyle belirlemiştir:
"Kim, hakkında bizim (açık veya işaret yollu) emrimiz (ve müsaademiz) olmayan bir iş yaparsa o, (kişi ve işi, Allah katında) reddedilir.(Buhari, i'tisam, 20; Müslim, Ekdıyye, 17; Ebu Davud, Sünnet, 5; ibnu Mace Mukaddime, 2.)
Bu delilleri okuyan veya işiten bir kimse, doğal olarak şu soruları sorabilir:
"İslam'dan başka hiçbir şey Allah katında kabul görmüyorsa, farklı isimlerle hayatımıza giren fıkhî mezheplerin ve terbiye meşreplerinin yani tarikatların durumu nedir?
Bunlar İslam dairesinin neresindedir? Eğer İslam'ın bir parçası iseler, niçin farklı isimlerle anılıyor ve anlatılıyorlar? Bu değişik isimler ve ekoller dinî birliği bozmaz mı? Din birse niçin farklı yollar ortaya çıktı?"
İslam tarihinde mezhepler ve tasavvuf hakkında bu tür sorular hep sorula gelmiştir. Bu sorulara kısaca şu cevabı verebiliriz:
Bütün hak mezhepler ve meşrepler, din değildir, dinin tefsirinden ve taliminden ibarettir. Hiçbirisi dini tahrif ve tahrip etmez, aksine, dine hizmet eder. Her iki ekol de İslam'ın sükut ettiği ve içtihat bıraktığı konularda din adına sözcülük yapmış, mühim vazifeler görmüştür. Konumuz tasavvuf olduğu için ona döneceğiz.
Her şeyden önce tasavvufun doğru anlaşılması gerekir. Tasavvufu bir tabu gibi göstermek yanlıştır.
Tasavvuf akılla anlaşılamaz, dille anlatılamaz, yanına yanaşılamaz bir şey değildir. Tasavvufun kelime olarak tarifi kolaydır; fakat yaşantı olarak tatbiki zordur.
Tasavvuf, tenkide açıktır. Doğru ve yerinde tenkitler tasavvufu hurafeden temizler. Yanlış ve usulsüz tenkitler ise fitne olur, düşmanlık ateşini alevler. Tasavvufa adım atan da taş atan da onu iyi tanımalıdır. Yoksa, birisi cehalet, diğeri gaflet ile hak yer, haksızlık eder, kusur işler.
Tasavvuf yeni bir din değildir, dini yeni bir anlayışla takdim şeklidir. Bu takdim her devre göre az çok değişse de, değişmeyen şey, onun temel usulü ve hedefidir.
Tasavvuf terbiyesi, Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) öğrettiği edep üzere kurulmuş bir manevî ve ahlaki eğitim sistemidir. Hedefi, takva ve edeple Allahu Teala'nın rızasına ulaşmış kâmil insan yetiştirmektir.
Tasavvuf terbiyesinin merkezinde kâmil mürşit bulunur. Mürşit, insanları terbiye yetkisini halktan değil, Cenab-ı Hak'tan alır. Bu iş, ilim ve irfan ister. Gerçekten terbiye olmayan kimse başkasını terbiye edemez.
Büyük veli Ebu Hafs Haddad (k.s), bu yolun ne olduğunu kısaca şöyle tarif etmiştir:
"Tasavvuf bütünüyle edepten ibarettir. Her anın, her hâlin ve her makamın kendine göre bir edebi vardır. Her vakit edebe riayet eden kimse, Allah dostu olur. Edebi korumayan kimse, her ne kadar kendisini güzel bir halde zannetse de esasen onun hak katında yeri ve değeri yoktur. Bu kimse kendisinin ilahî huzurda kabul gördüğünü düşünse de, aslında oradan çok uzaktadır."(Hucviri, Keşfu'l-Mahcup, 51; Sühreverdi, Avarif, 54.)
Bu okula, samimiyetle girilir, edeple çıkılır. Sabredip devam edenler Allah'ın izniyle hedefe ulaşır, ilahî dostluk diplomasını alır. Yüce Mevla'ya dost olanlara ne mutlu.
Terbiyeden gaye insana ulaşmak ve onu ilahî terbiye ile buluşturmaktır. İslam'ın daveti insan içindir ve bu insanın fıtratı çok değişiktir.
Her bir insanın Allah (c.c) ile muhabbeti ve münasebeti taşıdığı fıtrata göre farklılık arz eder. Bunu ifade için arifler: "Allah'a giden yollar mahlukatın sayısıncadır" derler.
İşte tasavvuf büyükleri, dinin asıllarından hiçbir taviz vermeden, değişik usuller kullanarak insana ulaşmaya, onu keşfetmeye, kabiliyetlerini geliştirip inkişaf ettirmeye çalışmışlardır. Baştan sona bu ameliyeye "seyru süluk" denmektedir.
Tasavvuf büyükleri, terbiye metodlarını temelde Kur'an ve sünnetten almışlardır. Ayrıca insanlığın ortak değerlerini ve tecrübelerini de kullanmışlardır. Bunu;
"Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa onu almaya en fazla hak sahibi odur" (Tirmizi, İlim, 19;İbnu Mace Zühd 10) hadisine uyarak yapmışlardır.
Bu arada dinimizin tasvip ettiği örf, adet ve maslahat gibi prensiplerden istifade etmişlerdir. Bizden önceki dinlerin nesh edilmeyen ölçülerini ve ahlakî değerlerini lazım oldukça değerlendirmişlerdir. Bütün bunları yaparken şu temel kuralı devamlı göz önünde bulundurmuşlardır:
"Ana ilkelerde taklit yasaktır. Fakat, ilkelerin gerçekleşmesine yardımcı olacak taktik ve metotlarda taklit serbesttir."(Geniş bilgi için bkz: Abdulbari en-Nedvi, Beyne't-Tasavvufi ve'i-Hayat, 50-54.)
Bu şu demektir:
İslam dininin temel esaslarına ters olan hiçbir şey kabul edilemez ve dinin bir parçası gibi gösterilemez. Ancak İslam'ın dışındaki dinlerin ve milletlerin bir ilmi veya tecrübesi, dinin özüne ters düşmüyorsa, o şeyden istifade edilebilir. Bu şeyler diğer dinlerin veya felsefelerin temel ilkesi değilse, onu taklit etmek dinen serbesttir.
Nitekim, Hz. Resûlulah (s.a.v) Efendimiz, Hendek harbinde İran bölgesinde yaşayan Farisîlerin hendek kazma usulünü benimsemiş ve kullanmıştır(Süheyli, Ravdü'l-Ünüf, VI, 306; ibnu Kesir, es-Siretü'n-Nebe-viyye, III, 183; ibnu Haldun, Tarih, II, 29.)
Bunu cihad işinde başarılı olmak için yapmıştır, güzel sonuç da almıştır. Bir ibadetin hedefine hizmet eden şeyler, o ibadet gibi kıymetlidir.
Tasavvuf büyüklerinin farklı dinlerden yaptıkları istifadeler bundan ibarettir. Onların bu geniş anlayışını ve insanları kucaklayışını tam anlamayan bazı kimseler tasavvufu dış kaynaklı bir hareket olarak değerlendirmişlerdir..
Halbuki, mesele biraz incelendiğinde ve adaletli hüküm verildiğinde, herkes bu gerçeği rahatça görür.
Araştırmaları sonucu İslam'ı seçen Fransız bilim adamı Roger Garaudy, bu konuda şu sonuca varmıştır:
"Tasavvuf, Hrıstiyan mistisizminden alınmamıştır. Tasavvuf, Yeni Eflatunculuktan kaynaklanmamıştır. Tasavvuf, Hind bilgeliğinden doğmamıştır. Tasavvufun kaynağı Kur'an'dır."(Roger Garaudy, islam ve insanlığın Geleceği, 38-42)
Aslında, "tasavvuf nedir?" sorusunu, bu işin dışındaki bir insana sormak yanlış olur. Tasavvufu, bu işin mimarlarına sormalıdır.
Tasavvufun mimarları onu binlerce değişik açıdan tanıtmışlar ve tarif etmişlerdir. Bu tarifler, İmam Sühreverdî'nin (632/1234) tespitine göre bini geçmekte,(Sühreverdi, Avarifü'l-Mearif, 47. (Tercüme: Dilaver Selvi, Gerçek Tasavvuf, 58. ist. 1995.) Zerruk'un (899/1493) ifadesiyle iki bine ulaşmaktadır. (Zerruk, Kavaidü't-Tasavvuf, 3. (Kahire, 1989))
Bütün bu tariflerin özü şudur:
Tasavvuf güzel ahlaktan ibarettir.
Güzel ahlak, Allahu Teala'nın edebi ile edeplenmektir. Bu, içi ve dışıyla Allah dostu olmaktır.
Bu hâli elde etmenin yolu, ihlasla Allah'ın (c.c) Habibi Hz. Muhammed'e (s.a.v) uymaktır. Ona uyan Yüce Allah'a dost olur,
Bu dostluğun ve güzel kulluğun merkezi kalptir. Onun için işe kalpten başlamak gerekir. En büyük dava, kalbi ihya etmektir.