ALLAH ve RASULULLAH AŞKIYLA YANANLaR GeLSiN HUZUR ÎSLÂMDA
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

ALLAH ve RASULULLAH AŞKIYLA YANANLaR GeLSiN HUZUR ÎSLÂMDA

MUHAKKAK Kİ;ALLAH ADALETİ; İYİLİĞİ, AKRABAYA VE MUHTAÇLARA YARDIM ETMEYİ EMREDER; ÇİRKİN İŞLERİ; FENALIK VE AZGINLIĞI YASAKLAR DÜŞÜNÜP İBRET ALASINIZ DİYE SİZE NASİHAT VERİR NAHL 90. AYET
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 91 ŞEMS

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SoFi Çocuk
Web Master
Web Master



Erkek Mesaj Sayısı : 1400
Nerden : BatMan
Kayıt tarihi : 06/09/08

91 ŞEMS Empty
MesajKonu: 91 ŞEMS   91 ŞEMS I_icon_minitimeC.tesi Eyl. 20, 2008 11:32 am



91-ŞEMS:

"Güneşe ve onun parıltısına yemin olsun".

Nâziât Sûresi'nde geçtiği üzere "duhâ"nın asıl mânâsı güneşin, doğduğu mer'i ufuktan yükselip ışığının parlama ve yayılmasıyla bakanlara açıkça görünmesidir. Sonra o vakti ifade etmekte hakikat olmuştur.

O zaman kerahet vakti geçmiş olur. Bu aydınlığın başlamasına dahve (kuşluk), biraz sonrasına duhâ (kaba kuşluk), daha sonrasına zevale yakına kadar "hâ"nın fethası ve med ile dahâ (koca kuşluk) denir. Kuşluk vakti kesilen kurbana da udhiyye ve dahiyye denilmiş, daha sonra bu genelleştirilerek her kurbana bu isim verilmiştir. Burada "güneşin duhası" denilerek onun güneşe ait olduğu belirtilmesi nedeniyle tefsirciler bunu güneşin doğarak parlayan ışığı diye tefsir etmişlerdir.

Önce güneşin görünsün görünmesin bütün özellikleriyle mutlak olarak kendisine, sonra da özel olarak ortaya çıkış halindeki ışığına yemin ile başlanmıştır. Çünkü âlemin ışık saçan kandili olan güneş, doğmasında da batmasında da görülen özellikleriyle sistemindeki hareket ve hayat değişimlerinin başlıca bir kaynak ve yörüngesi; ışığı ile de bize ufuklarımızdaki maddi âlemin en büyük aydınlatma ve ortaya çıkarma vasıtası ve böylece yaratıcının lütuf ve inayetini, kudret ve büyüklüğünü tanıtan, kendimizde ve içimizde bulunan aydınlıkları anlamaya vesile olan en açık bir ibret âyetidir.

Güneşten bize doğru yayılan görülen görülmeyen, bildiğimiz bilmediğimiz nice faydalar bulunabilmekle beraber bunlar içinde en belli olan ısı ve ışıktır. Duhada en çok hissedilen de bu ikisidir. Güneş pek ateşli bir ısı kaynağı olmak itibarıyla, önceki sûrenin sonundaki nâr=ateş ile uygun düşmektedir. Fakat güneş denilince önce gözümüze çarpan ışıktır. Işık, üzerine doğduğu ve yansıdığı şeylerin dış hudutlarıyla benzerlerini taşıyarak gözü olan şuur sahiplerine göstermek üzere karşımızda şekillendirir. Bu şekillenme ve görüntüler bizim gözlerimizden şuur nuruyla kavranılarak nefsimizde eşyanın dış şekilleriyle belirlenmesine vesile olur ve ışığın böyle dış ile iç arasında ard arda yansımalarla şuura gelmesinden hasıl olan bu belirlenmelerden ve bunlara katılan diğer hislerimizden gönlümüzde gittikçe ruhî ve manevî bir âlem oluşup gelişir ve biz bunları "ben" ve "ben değil" arasında birer âyet olarak okuya okuya, akıl ve ruhumuzla mânâ ve kavramlarına şuur edine edine zevk ve irademizi onlara yöneltip birleştire birleştire eşyanın hakikatlerini incelemeye ve onların dışta ve içte birleşme cihetinden Hak yönü tanıma gayesine yol buluruz. O şekilde gözlerimiz, gönüllerimiz Hak nuru ile nurlanarak parlak dolunay gibi aydınlanır ve nefislerimiz ondan aldığı ilhâm feyzi ile maddî karanlıklardan sıyrıla sıyrıla temiz ve nurlu hakikat âleminde huzurlu bir şekilde gelişip ilim ve amel bakımından temizlenip feyizlenerek "Hem kendisi hoşnut, hem de Rabbi kendisinden hoşnut bir halde."(Fecr, 89/28) Rabb'ine döner de "Gir kullarımın içine, gir cenetime."(Fecr, 89/29-30) hitabıyla kurtuluşa eren temizlenmiş nefislerden olur.

Işığın şuurumuza gelmesinden önce dış mahiyeti ve hakikati, her ne olursa olsun, onun tam anlamıyla ışık oluşu, bizim şuur nurumuzla birleşerek hem dışa hem içe ait bir özellikle gözümüzde parlayışında ve dolayısıyla bizi kendimizden ötesiyle birleştiren algılama nurunun en açık bir misali oluşundadır. Bunun en belirgin olanı güneşin ışığı, onun da en açık olanı duhasıdır. Bundan dolayı güneş bize her şeyden önce ışığıyla görünür. Güneş denildiği zaman da biz herşeyden önce onun ışığını anlarız. Bundan onun kültesine ve diğer özelliklerine geçeriz ki bu bize şuurumuzdan kendimize ve ötemize geçişimizin de bir misalini vermiş olur. Zira göz ve şuuru olmayanlar için nur, ışık ve güneş kavramı yoktur. Onun için görünen ve görünmeyen bütün özellikleri ile ilgili olmakla beraber bilhassa etrafımızı aydınlatmak suretiyle nefislerimize karşı irşat niteliğini taşıyarak şuurumuzun dıştaki bir timsali olan ışığının özelliğine dikkat çekmek hikmetine dayandığı açıklanmak üzere "onun parıltısına" buyurulmuş ve yine bu nükte ile ardından ışığın çeşitli durumları ve ışığın zıddı olan karanlığın hakim olduğu zamanlar içinde gök ve yerde görülenden görülmeyip düşünülene doğru harici bir gidişle Allah'ı tanımaya, sonra da nefsin ruhani kıymeti ve şerrini ve hayrını anlayacak şekilde bir ilham alabilecek seviyede düzeltilmesi yönü açıklanarak akli ve manevi duygularla insanın kendisini inceleme yürüyüşü içinde temizlenmeye, yükselmeye ve kurtuluşa sevketmek ve bu yolu göstermek için şu yeminler birbirine girmiş şekilde ard arda getirilmiştir:

2. Ve Ay'a yemin olsun. Güneşten başka aya da yemin olsun, fakat her zaman değil onun peşinden geldiği zaman, yani güneşe uyduğu, onun batmasının ardından onu andırır bir surette doğduğu zaman ki bu tam anlamıyla ayın ondördünden onaltısına kadar "Leyâli-i bîz" (beyaz geceler) denilen dolunay gecelerinde görünür. Gerçi başlangıçtaki hilal şeklinde onbeş onaltısına kadar hatta sonundaki mihak gecesi (kameri ayın son üç gecesi) dışında her gece az çok görülebilirse de onaltısından sonra git gide gecikip eksilerek uzaklaştığı için izleme ve uyma durumundan çıkmaya başladığı gibi, gittikçe büyüdüğü ilk haftalarında da henüz kütlesi tamam olmadan veya tamama yaklaşmadan evvel, bir güneşin ardından ona bağlı ikinci derecede bir güneş doğuyormuş gibi tam anlamıyla güneşe bağlı olmuş olmaz. Ancak ayın ortalarında dolunay gecelerindedir ki güneşin batması sırasında veya batmasının hemen ardından onu andıracak şekilde dolgun bir şekilde nurlu olarak doğar ve sabaha kadar da ışığı uzanıp gider. O zaman aya tam anlamıyla "güneşin talisi" yani güneşin ardından onun gibi gelen ikinci bir güneş demek açık olur.

TELÂ, "tülüv" mastarından fiil-i mazi (geçmiş zamanlı bir fiil)dir. ve diye yâî (ya'lı) de, vâvî (vav'lı) de olur. Nitekim gibi da böyledir.

Tülüv; tabi olmak, birine uyup ardınca gitmektir. Okumak mânâsına tilavet de bu köktendir. Razî der ki: Ayın güneşe tabi olmasıyla ilgili birkaç izah şekli vardır:

1. Güneş battığında ayın doğmada kalmasıdır ki ayın ilk yarısında olur. Güneş batınca ay aydınlatma hususunda ona tabi olur. Bu, Ata'nın İbnü Abbas'tan naklettiği görüştür.

2. Güneş batınca, ayın da batmada ona uymasıdır ki bu hilâl gecesi olur. Bu, Katâde ile Kelbî'nin görüşüdür.

3. Ferrâ demiştir ki: Bu tülüv'den, yani bağlı olmaktan maksat ayın güneşten ışık almasıdır. "Filan, şu hususta filana tabi olur." denilir ki onu ondan alır demektir.

4. Zeccâc demiştir ki: yuvarlak hale gelmesi ve olgunlaşması zamanıdır. O vakit ay, ışık ve nurda ikinci bir güneş gibi olur. Yani ışığı olgunluğa erince aydınlatma hususunda güneşin yerine geçer gibi olur ki bu, leyali-i biz denilen ayın ondört, onbeş ve onaltıncı gecelerindedir.

5. Ay görünen şekliyle kütlesinin büyüklüğünde güneşe tabi olduğu gibi, insanların menfaatlerinin bunların hareketine bağlı olması hususunda da ay güneşe tabi olur.

Bu izahlardan her biri özel bir mânâ ifade temekle beraber hepsi, güneşin arkasından ayın ona bir uyuşu veya bir benzeyişi halini ve dolayısıyla ona uyup benzediği zaman demek olduğunu, bunun da doğma veya batmada, ışık veya kütlede veya faydada düşünülebileceğini anlatmış oluyor. Bu mânâ, ayın halden hale geçerken ışığını güneşten aldığını da dolayısıyla anlatmış olursa da, yemine bir kayıt olarak zikredildiği için o değişikliklerin her zamanına değil, bilhassa güneşe en çok uyduğu veya benzediği zaman ile kayıtlanmasını gerektiriyor. Bu ise Zeccâc'ın açıkladığı üzere, ayın ikinci bir güneş gibi olduğu dolunay gecelerinde açık olur. Sözün akışı hareket üzerinde değil, ışık üzerinde olmak itibariyle bu mânâ açıktır. Uyma ve takip mânâsına gelen tülüv, bir hareket mânâsını da içerse veya böyle bir mânâyı gerektirse de bunun ışık itibariyle bir uyma ve hareket olması yaraşır. Çünkü ay harekette dünyaya, ışıkta güneşe tabidir. Dünyanın etrafında döner. Güneşe olan konumuna göre ışığı değişir. Hareketi nazar-ı itibara alan beşinci izahta, ayın hareketi doğrudan doğruya güneşin hareketine bağlı olduğu zannedilmemek için ışık açısından, kütlesinin görünüşte büyümesi; hareket açısından da, hareketine insanların fayda ve yararlarının bağlı olması itibariyle benzerlik mânâsında bir uyma olduğunu açıklamıştır. Bunlar ise dördüncü izahta dahil demektir. Üçüncü izah şekli, mânâyı lazimi (gerekli mânâ) olmak gerektir.

İkinci izah şekli, ilk hilale dikkat nazarlarını çekmek itibariyle uygun ise de, ayın sadece güneşin batması durumunda onun peşinden çıktığının söylenmesi itibariyle tercih etmeyi gerektirecek bir sebep olmadan tercihte bulunmak gibidir.

Birinci izah şekli, hilalden tam dolunaya kadar ayın ilk yarısında günden güne artan gelişme safhalarını göstermek itibariyle dördüncüden daha kapsamlı ve maksat, ayın güneşe yönelmesinin arttığı ve doğması güneşin batmasını takip ettiği müddetçe ışığını artıra artıra olgunluk gayesine ve adeta ikinci bir güneşi andıran dolunay haline gelişini hatırlatmak olduğuna göre hepsinden daha anlamlıdır. Fakat asıl maksat, güneşin parıltısı gibi ayın da o olgunluk zirvesinde olan ışığına ve bunun güneşin ışığına tabi ve ondan sonra gelerek ikinci derecede olduğunu anlatarak bununla nefs-i mülheme (ilham alan nefis)nin olgunlaşma ve düzelmesine bir zemin hazırlamak olduğuna göre dördüncü izah daha güzel ve daha açıktır. Bu suretle nurlanan aya yemin de, ışığın ateş gibi olan hararetli özelliğinden soyutlanarak sırf nur halinde yansıyan ve duyu organlarıyla duyulandan akıl yoluyla bulunana, görülenden görülmeyene, eserden müessir (eseri yapan)e geçişe vesile olan diğer bir durumuna yemin olmuş olur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
91 ŞEMS
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
ALLAH ve RASULULLAH AŞKIYLA YANANLaR GeLSiN HUZUR ÎSLÂMDA :: KURAN'I KERİM TEFSİRİ (TÜRKÇE MEALİ)-
Buraya geçin: