66-TAHRİM:
Ey Peygamber! Bu nidâ her şeyden evvel bir ta'zim hitabıdır. Sonra da yapılacak ihtardan asıl maksadın kendi şahsı itibarıyle değil, nübüvvet vasfı itibariyle ümmete tebliği istenen hüküm olduğuna işarettir.
Niçin haram ediyorsun? Muzâri sîgası hal mânâsı ifade etmekle beraber, istikbâle de ihtimali vardır, binaenaleyh bu sözün mânâsı, "niçin haram kılıyorsun?" demek olabileceği gibi, "niçin haram kılacaksın?" şeklinde de olabilir. Cümlede yer alan soru edatı da inkâr anlamındadır. Bundan dolayı nehiy ifade etmektedir. Yani "İyi değildir, böyle yapma!" demektir. Yukarıda da işaret ettiğimiz gibi tahrim, itikâdî, sözlü veya fiilî olabilecek nitelikte inşâî (dilek kipiyle yapılan) bir haramlıktır. Allah'ın haram kıldığını, kimsenin helâl kılma selahiyyeti olmadığı gibi, helâl kıldığını da haram etmesi sözkonusu değildi. Zira "Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymazlar ve hak dini din edinmezler." (Tevbe, 9/29); "Allah'ın haram kıldığının sayısını çiğnemek ve onun haram kıldığını helâl kılmak için.." (Tevbe, 9/37) âyetlerinde de geçtiği gibi Allah'ın hükmüne karşı haramı helâl veya helâlı haram itikad edecek yahut ettirecek şekilde bir haramlık meydana getirmeğe kalkışmak, küfür veya sınırlı olarak nehyedilmiş olduğundan bu husus, Peygamber şöyle dursun, müminler hakkında bile düşünülemez. Binaenaleyh burada tahrimden maksat, esas itibariyle fiilî, yahut terkedilmesi helâl olan sözlü veya fiilî bir tahrimdir. Sözlü tahrim, ya "şu haramdır" gibi ihbâr sigasıyla, veya "bana haram olsun" gibi inşâ şeklinde bir sözle olur. Sırf ihbar kasdıyla söylendiği zaman "Helâl olan şu şey bana haramdır." demek bir yalan olur, tahrim olmaz. Fakat aldım, sattım, boşadım ve haram ettim gibi ihbârlardan inşâ kasdedilebildiği takdirde, yahut "haram olsun" gibi inşâ sigasıyla söylendiğinde, bu bir yemin olur. Zemahşerî, tefsirinde sözlü olarak haram kılma hakkındaki görüşleri özetleyerek der ki: "Helalı haram kılmanın hükmü, Ebu Hanîfe'ye göre, her şeyde yemin demektir. Bir kimsenin haram kıldığı şeyde maksada itibar edilir. Şayet bir yemeğe tahrim etmişse, onu yememeye; cariyesini kendisine haram kılmışsa cimâ etmemeye, karısını haram kılmışsa belli bir niyyeti olmadığı takdirde onun hakkında "îlâ"ya yemin sayılır. Zıhâra niyyet ederse zıhâr, talaka niyet ederse bâyin bir talak vuku bulur. İkiye veya üçe niyet ederse, aynı şekilde niyeti tahakkuk eder. Yalan söyledim derse o Allah ile kendisi arasındadır, yahut niyetine bırakılır. Fakat kazaya gelince îlânın iptaline gidilmemesi dinin gereği olur. "Her helâl bana haramdır." derse, bir niyeti olmadığı takdirde yiyecek ve içecek için, niyeti varsa niyetine göre yemin olur." Şâfiî, tahrimi yemin saymamış, lâkin yalnız kadınlar hakkında keffârete sebeb saymıştır. Ona göre boşamaya niyet ederse ric'î talak meydana gelir. Ebu Bekr, Ömer, İbnü Abbâs ve İbnü Mes'ûd (r.a)'dan nakledildiğine göre "Haram kılmak, yemin demektir." Ömer'den: Boşamaya niyet ederse ric'idir, Ali'den: Üç talak vuku bulur, Zeyd'den: bâyin bir talaktır, Osman'dan: Zıhâr meydana gelir şeklinde rivayetler vardır. Ayrıca Mesrûk ve Şa'bî de böyle bir durumda herhangi bir şeyin vuku bulmayacağı görüşündedirler.
Çünkü onlar "Allah'ın size helâl kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın..." (Mâide, 5/87) ve "Dillerinizin yalan olarak vasfettiği şeyler hakkında "Bu helâldir, bu da haramdır." demeyin..." (Nahl, 16/116) âyetlerini delil getirerek Allah'ın haram kılmadığını kimse haram kılamaz, kılarsa onun haram etmesiyle haram olmaz demişler ve Resulullah'ın tahriminin yeminle gerçekleştiğini ileri sürmüşlerdir." Ancak burada şunu söylemek lazım ki "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar..." (Mâide, 5/89) ve "Allah sizi, yeminlerinizdeki kasıtsız yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz. Lâkin kalplerinizin kazandığı şeyler ile sorumlu tutar..." (Bakara, 2/225) âyetleri gereğince yemin ile haram kılmak da, Allah'ın haram kılması cümlesindendir. Yeminler de örfe dayalıdır. İhtilâfın da kaynağı budur. Fiilî tahrime gelince şöyle tarif edilebilir: Hiçbir şey söylemeksizin bir helâlden kendisini veya başkasını menetmeye denir. Mesela, gerektiğinde kendi helâl malını yemekten çekinmek veya birisini su içmekten zorla menetmek, fiilî bir tahrimdir. Nitekim "Biz daha önce onun süt analarının sütünü kabulüne müsaade etmedik..." (Kasas, 27/12) âyetindeki tahrim de böyle menetmek mânâsınadır. İşte Peygamber'in söz konusu edilen tahrimi, sadece fiilî bir tahrimden ibaret miydi? Yoksa sözlü bir tahrim de var mıydı? Bu surette de yemin miydi değil miydi? ihtilâf edilen mesele budur. İkinci âyette (Nahl, 16/116) yeminin zikredilmiş olması karinesiyle (alâmetiyle) tahrim olayında bir yeminin dahi bulunduğu anlaşılıyor. Rivayetler de bunu gösteriyor. Fakat bu yemin yalnızca "haram olsun" demekten ve bununla îlâya niyet etmekten ibaret miydi? İmam-ı A'zâm gibi birçokları birinciyi, bazıları da ikinciyi kabul etmişlerdir. Yukarıda zikredilen rivayetlerden anlaşıldığına göre Resulullah (s.a.v), sözle yaptığı tahrim veya yeminin ötesinde fiilen de kendisini birtakım şeylerden menetmiştir. Mesela, pöstekiyi bile sermeyip de bir hasır üstünde oturması ve bir izârdan başka bir şey örtünmemesi fiilen bunu kendisi için gerekli görmesinden ibaret demektir. Yemin ise, kadınlar ve nihayet bir de balla ilgili bulunmaktadır. "Allah'ın helâl kıldığı şeyler." Soru edatından istifade edilen nehiy mânâsına göre bu cümle, genel bir mânâ ifade eder. Binaenaleyh, nikâh, talâk, yeme içme ve diğer helâl ve mübah olan fiilleri ve bu fiillerle ilgili olanların her birini kapsamaktadır. Yalnız Peygamber'in, nüzul sebebi olan tahrimine göre bunlar sınırlı ve belli şeylerdir. Hem "hıllin" kaydıdır hem de tahrimin bağlandığı (yeri) gösterir.
Yani "Allah'ın senin için helâl kıldığını, kendi üzerine niçin haram ediyorsun?" mânâsını ifade eder. Helâl olan bir şeyin işlenmesi vacip olmayıp, vücub veya nedbin taalluk etmediği hususlarda yapılması da terkedilmesi de caiz ve mübah demek olduğundan, yerine getirilmesi bir vazife değil, bir hak teşkil eder. Bir kimsenin kendi hakkından fedakârlık ederek nefsini kendi helâlından söz veya fiil olarak mahrum etmesinde ise esas itibarıyla bir yasaklık yoktur, iki yönü de helâldır. Hatta, "Yakub'un kendisine haram kıldıkları dışındayiyeceğin her türlüsü İsrâiloğulları'na helâl idi..." (Al-i İmrân, 3/93) âyetinde olduğu gibi terkedilmesi bazen mendub da olabilir. Ancak başkasının hakkına veya Allah'ın haklarından birinin yerine getirilmesine mâni olacak şekilde nefsine zararlı olduğu durumda sözlü olarak veya fiilen mahrumiyeti gerektirerek helâlı haram gibi tutmak da caiz değildir. Bu gibi hususlarda yemin dahi edilmiş olsa keffâret verip o yemini çözmek caiz olur. Peygamber'in kendi kendine bir baskısı demek olan sözkonusu tahrimin, mutlak olmayıp bir durumla kayıtlı bulunduğuna işaret etmek ve sebebinin Allah'ın emri olmayıp kadınlarının hoşnutluklarını gözetmekle ilgili olduğuna tenbih etmek için de buyuruluyor ki:
"Eşlerinin hoşnutluğunu ararsın." Razî ve Ebu Hayyân bu cümlenin nün fâilinden hal olmasında ısrar etmişlerdir. Buna göre mânâ, eşlerinin rızalarını arayarak, hoşnutluklarını gözeterek veya gözetirken" demektir. Ancak, Zemahşerî, Kâdı Beydâvî ve Ebu's-Suud gibi bazı müfessirler de bunun yü tefsir eden yahut da sebeplerini açıklayan başlangıç cümlesi olmasını uygun görmüşlerdir ki, bu durumda da mânâ, "niçin eşlerinin rızasını ararsın da kendini sıkarsın, yahut sen yalnızca eşlerinin hoşnutluklarını arıyorsun, o sebeple kendini sıkıyor, mahrumiyete katlanıyorsun da Allah'ın seni serbest bıraktığı haklarından vazgeçiyorsun, halbuki Allah buna razı değildir." demektir. Buna göre üzerinde vakıf yapmak caizdir. Onun içindir ki secâvendi konularak bu cümlenin istinâf (başlangıç) cümlesi olduğu hususu tercih edilmiştir. Tahrimi bilhassa Mâriye veya bal yemini olayına göre düşünüp de îlâyı, Peygamber'in eşlerinin hepsiyle ilgili göstermeyen müfessirler bu hususu, "Eşlerinin hoşnutluğunu ararsın." kaydına ters gibi görmüşe benziyorlar. İlk bakışta eşlerinin hepsini kendisine haram kılması, onların rıza ve hoşnutluklarını aramak maksadına zıt gibi görünebilir. Lakin şerbet yemini, hepsinin değil, olsa olsa yalnız bazısının hoşnutluğunu gözetmekten ibaret olacağı gibi, Mâriye yemini hepsini memnun edebilecek olsa da bunu rivayet edenler onun, yalnız bir eşi hoşnut etmek ve diğerlerine duyurmamak üzere yapıldığını söylemişlerdir ki, dolayısıyla bunda da, hepsinin rızası gözetilmemiş demektir. Gerçi lafzı, cins için kullanılarak bir veya ikisine de ihtimali olabilirse de doğru olan, eşlerin hepsini ifade etmesidir. Bu kayıtta ise, tahrimle, eşlerin hoşnut edildikleri söylenmemiş, onların hepsinin rıza ve hoşnutluklarını arama sebep ve maksadıyla yapılmış olduğu beyan edilmiştir. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi îlâdan maksat da bu olduğu için, bunu Mâriye veya bal şerbeti hadisesine tahsis etmek, genel bir anlam ifade eden çoğulunun dış mânâsına ters düşmektedir. Onun için bunu, Mâriye ve şerbet olayını karıştırmadan îlâ meselesini anlatan Hz. Ömer'in yukarıda naklettiğimiz açıklaması dairesinde anlamak gerekir ki o da, Hz. Peygamber (s.a.v)'in, eşlerinin hepsinden uzlet ederek onların hoşnutluklarını gözetmek maksadıyla bir ay ayrılık ve meşakkati seçmiş olmasıdır. Keşşâf hâşiyesinde Ahmet b. Münir der ki: "Hz. Peygamber'e "Allah'ın helâl kıldığını niçin kendine haram ediyorsun?" buyurulması, hem tatlılık ve şefkat için, hem de, rütbe ve makamının, hanımlarını hoşnut etmek maksadıyla meşakkat yolunu seçmesinden yüce olduğuna tenbih içindir." Râzî de bunun, azarlamak için değil, uyarı için olduğunu söyler. Şu halde Hz. Ömer'in açıklamasının sonundaki itâb (kınama) tabirinin ifade ettiği serzeniş (başa kakma) ve azarlama esas itibariyle Peygamber'in kendisine değil, ona karşı çıkan eşlerine yöneliktir ki bu da üçüncü âyette anlatılacaktır. "Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." Vâv, itirâziyye veya istinâfiyye olup bu cümle, Peygamber'in üzüntüsünü giderme anlamını ifade etmektedir.