57-HADİD:
1. Allah'ı yahut Allah için tesbih etmektedir. Tesbih, Allah Teâlâ'yı, kutsal yüceliğine layık olmayan kusurlardan gerek itikad gerek söz ve gerek kalb ile tenzih etmek ve uzak tutmaktır. Takdis kavramının anlamı da böyledir. Bunlar esasen uzak gitmek ve uzaklaştırmak mânâsını ifade etmektedirler. Nitekim sözü, "Suda uzağa gitti." sözü de "Arzda uzağa gitti." mânâsına gelmektedir. (Bu konuda bilgi için Bakara, 2/32 ve İsrâ Sûresi'nin baş tarafına bkz.) deki "lâm" ya "Ona teşekkür ve nasihat ettim." cümlesinde olduğu gibi te'kid (kuvvetlendirmek) için ziyade kılınmış sıladır veya "Allah için" anlamında sebeb ifade etmektedir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi . esas itibariyle akıl sahiplerinin dışındakilere mahsus ise de tâbiri göklerde ve yerde bulunan, ister görünmeyecek derecede ehemmiyetsiz olsun, ister görünen varlıklar olsun hepsine şâmildir. Binaenaleyh, gerek melâike ve müminler gibi sözle, gerek diğer varlıklar gibi ilham yoluyla konuşanların hepsi dahil olmak üzere mecazî bir anlam da kasdedilmiş olabilir. Çünkü yaratılan her varlık, imkân (olabilirlik) ve hudûsu (sonradan olmayı) ve arzettiği sanat nizamı ile Allah Teâlâ'nın noksanlıklardan münezzeh (berî) ve yüceliğin son derecesindeki sıfatlarla vasıflanmış olan varlığına delalet etmektedir. (Bu hususta bilgi için (İsrâ, 17/44) âyetine bkz.) "O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." Bu cümle, tesbihin şekline işaret etmektedir.
2. "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur." Yani âlemdeki bütün küllî tasarruf; var etme, yok etme ve diğer bilinen ve bilinmeyen tasarrufların hepsi O'nun içindir. "O yaşatır ve öldürür." Bu cümle mülke dair hükümlerden bir kısmını beyan etmektedir. "O her şeye kadirdir." Bu da, hepsini bütün şartlarıyla özetlemektedir.
3. O'dur Evvel, her şeyden önce, başlangıcı yoktur ve her şeyin ilkidir. Çünkü varlıkların hepsinin başlangıcı ve hepsini ortaya çıkarandır. Ve son, hepsinin yok olmasından sonra O, bâkidir "O'nun zâtından başka her şey helak olacaktır..." (Kasas, 28/88), "Yer yüzünde bulunan her canlı yok olacak, ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacak ." (Rahmân, 55/26,27) âyetlerinin ifade ettikleri mânâya göre varlıkların hepsi helak ve fenâya gider ve gidebilir, ancak O, kalır. Bütün yaratıkların, varlık sebepleri ortadan kalkınca esasen helak edilirler ve yok olurlar. Sonra bütün işler ona döndürülür. Binaenaleyh O, hepsinden evvel olduğu gibi, hepsinin gayesi ve varlığın sonudur. Hem de Zâhir ve Bâtın. Zâhir, varlığı her şeyde açıkça görülen demektir. Çünkü her şey O'nun varlığına delildir. Hiçbir şey yoktur ki varlıkta ortaya çıkarken daha evvel O'nun varlığını isbat etmiş olmasın. Mamafih her görüneni de O zannetmemelidir. Çünkü O, âşikâr olmakla beraber gizlidir de. Duygularla hissedilemeyip hayal ile algılanamayacağı gibi, varlığının hakikatı da, akılların idrak ve kavrayışına sığmaktan münezzehtir. Binaenaleyh O'nun için ne yalnız Zâhir ne de yalnız Bâtın diye hükmetmemeli, hükmü, âtıftan sonraya bırakarak "Zâhir ve Bâtın" demelidir. Evvel ve Âhir sıfatları da böyledir. Ebu's-Suud'un da ifade ettiği gibi deki"vâv", bu iki vasfın tamamını önceki ilk vasfa bağlamaktadır. Buna göre hüküm, atıf yapmadan (vav ile bağlamadan) önce olabilirse de "ve'l-Âhir" ile "ve'l-Bâtın" sıfatlarında hüküm, atıf yapıldıktan sonradır. Ancak hepsinde de hükmü atıftan sonraya bırakmak daha doğrudur. Çünkü "hüve" zamiri "Allah" ismine aittir. Allah ismi ise, bütün isim ve sıfatların derecelerinin toplamıdır. Halbuki birçokları bu konuda gaflete düşerek vahdet-i vücûd (varlığın birliği) adına hatalara düşmektedirler. Ve O herşeyi bilicidir. Şu halde kendini de bilir. Bâtın ismine bakarak Allah'ın, kendine de gizli olduğu zannedilmemelidir. Zira bu ifade yani "O, her şeyi bilicidir." sözü, söz konusu şüpheyi ortadan kaldırmaktadır.
4. "O'dur yaratan..." Bu da mülk hükümlerinden bir kısmını beyan etmektir. "altı günde." (Bu hususla ilgili olarak A'raf, 7/54. ve Fussilet, 41/10-12. âyetlerin tefsirine bkz.) Sonra arş üzerine istivâ etti. Yani yaratıp öylece bırakıvermedi, işi idare edip düzenlemektedir. (İstivâ hakkında A'râf Sûresi'ndeki, 7/54. âyette tafsilat geçti. Oraya bkz.) (Allah) yere gireni de bilir, tohumlar gibi ondan çıkanı da, ekinler gibi. Gökten ineni de, yağmurlar gibi ona çıkanı da, buharlar gibi. Ve her nerede olursanız o sizinle beraberdir. Onun ilmi ve kudreti yanınızdan ayrılmaz. Ve Allah her ne yaparsanız görücüdür. Görür ve ona göre karşılığını verir.
5. "Göklerin ve yerin mülkü O'nundur." Bu cümle, sûrenin başında zikredildiği gibi burada da te'kit için tekrar edilmiştir. Yani hem ibtidada (yaratmada) hem iâdede (diriltmede) zikredilmiştir. Çünkü her ikisinin de mukaddimesi gibidir. Bir de istihlâftan (vekil bırakmadan) bahsedileceği için bu hatırlatmanın te'kid edilmesinde başka bir önemli fayda vardır. Ve bütün işler, Allah'a döndürülür. Çünkü ilk ve son O'dur. Binaenaleyh gerek mal ve mülkünüzde ve gerek diğer hususlardaki tasarruflarınızın bile evveli ve sonrası ona döndürülecektir. Bu yüzden bütün her şeyin kulluk adına O'nun için icrâ edilmesi gerekmektedir.
6. "Geceyi gündüze sokar, gündüzü geceye sokar." Yani zamanın acı tatlı bütün değişiklikleri O'nun hükmü altındadır. Gamları, sevince, sevinçleri gama, kedere tebdil eden ve zulmet içinde nur, nur içinde zulmet yaratan O'dur. Hem O, bütün göğüslerin künhünü (hakikatini) bilir. En gizli fikirleri, niyetleri, acı ve kederleri ve her türlü duyguyu O bilir.
Onun için:
Meâl-i Şerifi
7. Allah'a ve Resulüne iman edin. Sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden harcayın. Sizden, inanan ve harcayanlar için büyük mükafat vardır.
8. Size ne oldu ki, Resul sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği halde Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, sizden kesin söz almıştı. Eğer inanacaksanız.
9- Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur. Şüphesiz Allah, size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.
10- Neden siz Allah yolunda harcamayasınız ki? Göklerin ve yerin mirası zaten Allah'ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve savaşan bir olmaz. Onların derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlardan daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel sonucu vaad etmiştir. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.
7. Sıfatı, yukarıda zikredildiği şekilde Allah'a iman etmekle beraber Resulüne de iman edin. Çünkü Allah'ın tebliğini, emirlerini nehiylerini O, getirecek o, beyan edecektir. İman edin de sizin yönetiminize verdiği şeylerden harcayın. Yani hakikatte mülk onun olduğu gibi milk de onundur. Siz O'nun olduğunuz gibi sizin milk diye sahip olduğunuz şeyler de O'nundur. Ancak selâhiyyet verip onlarda tasarruf etmek için sizi halife kılmıştır. Bundan dolayı size vekil gibi izin verdiği hususlarda tasarruf edebilirsiniz. O halde iman ederek sizi vekil tayin ettiği bütün varlıkta kendinizi asîl değil, O'nun vekili bilerek Hakk'ın yolunda ve beyan ettiği hususlarda harcamada bulununuz. Nitekim bir beyitte de şöyle denilmiştir:
"Mal ve çoluk çocuk birer emanetten başka bir şey değildir. Bir gün olup da emanetlerin geri verilmesi ise gereklidir."
Bazı âlimler, "Bu infaktan (harcamadan) maksat, zekattır." demişlerse de doğrusu, vacib ve nafile harcamayı içine almış olmasıdır. Dahhâk'tan yapılan rivâyete göre bu âyetler, Tebük vak'asında nazil olmuştur. Binaenaleyh söz konusu âyetler, bu sûrenin Medenî olan âyetlerindendir.
8-9-10. Halbuki Allah sizden kesin söz almıştı. fiilinin zamiri, hem Allah'a hem de Resulü'ne ait olabilir. Allah'a ait olduğu düşünülürse o zaman buradaki misâktan maksat, yaratılış sözü olan "Evet Rabbimizsin dediler". mîsakıdır ki, delil getirme ve düşünceye yerleştirme şeklinde de yorumlanmıştır. Resulullah (s.a.v)'a ait olduğu kabul edilirse bu duruma göre de ona yapılan biât anlamına alınabilir. Zira Ubâde b. Sâmit (r.a.)'den rivayet edildiğine göre Sahabiler Hz. Peygamber'e, canlılık ve gevşeklik halinde işitip itaat etme, zorluk ve kolaylık durumunda nafaka verme, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve kınayanın kınamasından korkmayarak Allah Teâlâ ile ilgili söz söyleme konusunda biât etmişlerdi. "Fetihten önce" Burada fetihten kasıt, Mekke'nin fethi, yahut hakkında Fetih Sûresi'nin indiği Hudeybiye'dir Bu ibareden de, onuncu âyetin Medine'de nazil olduğu anlaşılır. Müfessir el-Vâhidî'nin rivâyetine göre bu âyet, Ebû Bekr (r.a.) hakkında indirilmiştir. Bununla beraber "Sebebin hususî olması, hükmün genel olmasına engel teşkil etmez." kaidesinden hareketle Mekke'nin fethedilmesinden veya Hudeybiye'den evvel infakda bulunan ve savaşan Muhacir ve Ensarı da içerisine almaktadır. Bu yüzdendir ki çoğul sıgasıyla "Onlar, (derece itibarıyla) daha büyüktür." buyurulmuştur. Ahmed b. Hanbel'in Enes (r.a.)den yaptığı bir rivâyete göre Hâlid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında şöyle bir konuşma geçmişti. Hâlid, Abdurrahmân'a: "Siz, bizden önce yaşamış olduğunuz günlerle önümüze geçmek istiyorsunuz." demişti. Bu söz Hz. Peygamber (s.a.v)'e ulaştığında buyurdu ki: "Ashabımı benim için bırakın, nefsim kudret elinde bulunan O yüce zât'a yemin ederim ki, siz dağlar kadar altın infak etseniz, yine de onların amellerine yetişemezsiniz." Görüldüğü gibi bu hadis, ile işaret olunanların Hudeybiye'den önce infak edenler olduğunu kuvvetlendirmektedir. Çünkü, Hâlid b. Velid'in müslüman olması hadisesi, Hudeybiye'den sonra, Mekke'nin fethinden önce idi. Şu halde fetihten maksat, Hudeybiye demektir. Ancak Zemahşerî gibi bir çok âlim, onu Mekke'nin fethi olarak kabul etmişlerdir.
Hüsnâ, birçok kere geçtiği gibi, en güzel mükafat, yani cennet anlamını ifade etmektedir.