52-TUR:
1-Andolsun o Tûr'a. Yani Hz. Musa'nın, Allah'ın sözünü işittiği Tûr-ı Sînâ dağına. Müfessir Beydâvî diyor ki: "Tûr, Süryânice'de dağ mânâsınadır. Ayrıca madde âleminden mânâ âlemine veya gayb âleminden müşâhede (görünenler) âlemine uçan şey anlamını da ifade etmektedir."
2-3- Andolsun yayılmış ince deri üzerine, satır satır yazılmış kitaba.
Rakk: Kağıt gibi inceltilmiş, üzerine yazılan deri demektir. Bu sebeble üzerine yazı yazılan her şeye rakk ismi verilebilir.
Menşûr: Neşredilmiş, dürülmüş, kapalı olmayan, açılmış, yayılmış ve yazılmış mânâlarını ifade ettiği gibi, yazılı harflerin dizilmesi, nizama konulması anlamına da gelmektedir.ü
Mestûr, Düzgün şekilde yazılmış demektir. Kitab-ı Mestûr'un Tûr lafzından sonra yer alması, bu düzgün yazılı kitabın Tevrat olduğu fikrini ilk defa akla getirirse de, şeklinde mârife getirilmeyip, olarak nekre zikredilmesi, bunun henüz tanınmayan bir kitap olduğunu ortaya koyar ki , "...kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız." (İsrâ, 17/13) âyetine dayanarak söz konusu kitabın amel defteri olduğunu söylemek, en doğru görüştür. Ayrıca bu kitabın, Levh-i mahfûz veya yeni bir kitap olması itibarıyla Kur'ân olduğu da düşünülebilir.
4- Ve Beyt-i Ma'mur'a (da andolsun).
Beyt-i Ma'mur, bir rivayete göre semada bulunan bir evdir. Bu evi her gün yetmiş bin melâike ziyaret eder ve kıyamete kadar bir daha geri dönmezler. Ona ayrıca "Durah" ismi de verilmektedir. Hasan Basrî'den gelen bir rivayette o şöyle der; "Beyt-i Ma'mur'dan maksat, Kâbe'dir. Allah Teâlâ onu her sene altı yüz bin kişi ile Ma'mur hale getirir. Eğer insanlar ondan eksilirse meleklerle doldurulur." Bilindiği gibi bir yerin Ma'mur olması, üzerinde ikamet edilmesi ve ziyaretçilerinin çok olup güzel bakılması mânâsında mecazî bir anlam taşımaktadır. Kabe'nin Ma'mur olması da "Ayakta duranlar, rükû ve secde edenler için evimi temizle." (Hacc, 22/26) âyetince etrafındakilerin ve hacıların çokluğu ve ziyaret etmeleriyledir. Beydâvî'ye göre de Beyt-i Ma'mur'dan kasıt, müminin kalbidir ki, onun bakımlı olması da, bilgi ve ilhâs iledir.
5- O yüksek tavana, yani semaya, bir rivayette de cennetin tavanı olan Arş'a yemin olsun.
6- Ve Mescûr denize (andolsun). Mescûr'un farklı anlamları vardır. 1) Alevlendirilmiş ve kızdırılmış demektir ki, âyetinde de kıyamet koparken denizlerin ateş olup kaynatılacağı ve onunla cehennemin kızıştırılacağı ifade edilmektedir. 2) Dolgun, taşkın demek olup, okyanus mânâsına gelmektedir. 3) Karışan, karışık, suyu birbirine ya da tatlısı acısına karışan demektir. 4) zıt mânâlı kelimelerden kabul edilerek "boş" mânâsına geldiği de ileri sürülmüştür ki bu da, kıyamet alâmeti anlamına alınabilir. Sûrenin başında yer olan Tûr lafzına bakılarak bu kızgın denizin, Firavun'un boğulduğu deniz olduğu da düşünülebilir. "Tûr" kelimesinin başındaki "vâv" kasem, diğerleri de ona âtf içindir.
7- "şüphesiz Rabbinin azabı olacaktır." cümlesi kasemin cevabıdır. Bu cümlede yer alan kelimesinin zarfıdır. Yani Rabb'ın azabı o gün vuku bulacak ki,
8- "şüphesiz Rabbinin azabı olacaktır." cümlesi kasemin cevabıdır. Bu cümlede yer alan kelimesinin zarfıdır. Yani Rabb'ın azabı o gün vuku bulacak ki,
9- sema bir çalkanış çalkalanacaktır. Bu cümle, kıyametin dehşetini tasvir etmektedir.
10- Dağlar da bir yürüyüş yürüyecek, yerinden oynayıp toz zerrecikleri haline gelecektir.
11- Artık yazıklar olsun o çalkanışın olduğu gün (ahireti) yalanlayanlara.
12- Ki onlar daldıkları bir batakta oynarlar, iman edip de o gün için hazırlanacak, korunacak yerde, birtakım yalan dolana dalarak uğraşıp dururlar.
13- O gün onlar, cehennem ateşine itilip kakılacaklardır. Bu cümlede bulunan "yevm" kelimesi, ya önce geçen "yevm" den bedeldir, ya da takdir edilen bir söz ile nasbedilerek "veyl"i izah etmektedir.
14- "İşte bu, o sizin yalan deyip durduğunuz ateş." Yani o gün kendilerine "işte yalanlayıp durduğunuz ateş budur" denilerek oraya atılacaklardır.
15- Bu da mı sihir? Takdir edilen cümleye atfedilmektedir. Yani siz bu ateşi haber veren vahye bir sihir, bir aldatma diyordunuz, şimdi onun fiilen tahakkuku da sihir mi?... onlara işte böyle denecektir.
16- Bu da mı sihir? Takdir edilen cümleye atfedilmektedir. Yani siz bu ateşi haber veren vahye bir sihir, bir aldatma diyordunuz, şimdi onun fiilen tahakkuku da sihir mi?... onlara işte böyle denecektir.
17-21- "Şüphesiz müttakîler cennetlerde ve nimet içindedirler." Kur'ân'da kâfirlerin halleri beyan edilirken mutlaka müttaki müminlerin durumlarına da işaret edilmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Allah'ın azabından emin olmak, ancak O'nun korumasıyla mümkündür. Çünkü kimse azaba mâni olamadığı için onun vukûu muhakkaktır. Bu yüzdendir ki Allah ve peygamberi tasdik edip de, Allah'a kullukta, O'nun emrettiği şekilde çalışan ve korunan müttakiler, Allah'ın kendilerin koruması ile o gün cennet nimetleri içinde zevk alacaklardır. "İman edenler." Burada iki farklı durum söz konusudur. 1) Bu cümlenin e atfedilerek mahallen mecrûr olmasıdır ki, bu durumda müminlerin müminlerle arkadaşlığını ifade eder. Bunu "O hayvanlara saman ve soğuk su verdim." kabilinden olarak "Biz onları müminlere yaklaştırdık." mânâsında anlamak daha yerinde olur. O zaman da fiiline atfedilmiş olur. 2. Mübtedâ, , 'ya mâtuf, cümlesi de haber olur ki âlimlerin çoğu bu şekli tercih etmek istemişlerdir. Buna göre mânâ şöyle olur: O kimseler ki iman etmişler, zürriyetleri de iman ederek onların ardından gitmiştir. İşte biz onların zürriyetlerini de kendilerine katmışızdır. Yani zürriyetleri amel bakımından atalarından daha aşağı derecede olmakla beraber iman ederek onlara tâbi olmaları sebebiyle cennette atalarının derecelerine çıkarılarak yanlarında bulundurulurlar. Böylece onların zevk ve sevinçleri tamamlanmış olur. Bununla beraber kendilerine amellerinden hiçbir şey eksiltmemişizdir. Yani zürriyetlerini kendilerine katmaktan dolayı yaptıkları amellerin sevaplarından onlara bir şey eksik verilmiş değildir. Herkes kazancına bağlıdır. Yani rehin gibi bağlıdır. Kazanç, yani çalışma veya çalışılan iş, sanki bir borç ve insan o borca Allah yanında bir rehin gibidir. Kurtuluşu ona bağlıdır. Eğer güzel çalışır ve kazanırsa borcunu öder. Çünkü Allah, iyi işleri kabul eder. Şayet çalışmaz ya da kötü işler yaparsa o zaman kendisini kurtaramaz. Zira temiz ve güzel olmayan şeyler Allah Teâlâ'ya yükselemez. "Güzel söz O'na çıkar, iyi amel onu yükseltir." (Fâtır, 35/10) âyeti de bu anlamı ifade etmektedir.
Bundan dolayıdır ki ileride "Her can, kazandığı ile (Allah katında) rehin alınmıştır, yalnız sağın adamları (kitapları sağdan verilenler) hariç." (Müddessir, 74/38-39) âyetleri gelecektir. Yani kitapları sağ taraflarından verilenlerin dışındakiler kendilerini, o bağlantıdan (rehin olmaktan) kurtaramazlar. Onun için yalancılar yalanlarına bağlı kalarak cehennemde kıvranırlarken, müttakiler Allah'ın yardımı ile kurtulup cennetlerde nimetler içinde yaşayacaklar ve Allahın lütfuna mazhar olmak suretiyle zürriyetlerinin yükselmesine de sebeb olacaklardır. Bu cümlenin zikredilmesi, zürriyetler açısından da önemlidir. Yani zürriyetlerin kurtuluşu ve atalarının derecelerine yükselişleri, kendilerinin hiç katkıları olmaksızın sırf babalarının kazançlarıyla değildir. Kendilerinin iman ederek onlara uymaları ve izlerinden gitmeleri kurtuluşlarının asıl sebebidir. Ataları fiilen sebeb oldukları için evladlarını cennette yanlarında görmekten mutlu olacaklar, evladları da iman ile onlara tâbi oldukları için kendilerini kurtarmış ve Allah'ın lütuf ve kereminden babaları gibi istifade etmiş olacaklardır. Demek ki evlatlar kendi fiileri olmaksızın sırf babalarının ve dedelerinin yaptıklarıyla kendilerini kurtaramazlar. Ancak imanlı olarak çalıştıkları takdirde atalarının feyzinden de faydalanarak daha kolay bir şekilde yükselebilirler. İşte Allah Teâlâ, müminlerin evlatlarını atalarına uymak suretiyle yükselmeğe sevk ederken, soy şerefine güvenerek tembellik etmemeleri için "Herkes kendi kazandığına bağlıdır." buyurmaktadır. Şu halde bu âyette, "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm, 53/39) âyetinin anlamını ortadan kaldıran bir mânâ bulunduğunu zannetmek doğru değildir. Bilâkis âyeti, anlamındadır
22- Hem onlara canlarının istediği meyvalar ve etlerden bol bol verdik. Yani asıl nimetlerden fazla olarak sırf zevk ve lezzet almaları için zaman zaman onlara çeşitli nimetler yetiştirdik. Burada, ahiret saadetinin, dünya zevklerine düşkün ve içki bağımlısı olan kimseleri imrendirecek, iştahlarını gıcıklayacak tarzda neşeli bir tasviri vardır ki özeti, kumar ve günahtan uzak saf, temiz ve şiddetli bir arzu hissettirir.
23- Orada, yani cennette bir kadeh kapışırlar ki.
Ke's, dolgun kadeh demektir. Mecazen içindeki içkiye de denilir. Kadeh çekiştirmek (kapışmak) de, neşe ile birbirlerine kadeh vermekten mecazdır. Bir kadeh ki onda lağiv yoktur. Yani onu içerken boş, saçma sapan söz söylemek yoktur. günaha sokmak da yoktur. Ancak bu dünya içkileri gibi değildir. Şâir şu beytinde bunu ne güzel dile getirmiştir:
Hûn-i ciğerle memlu câm-ı zer olmadansa
Bî inkisâr-ı hatır şikeste sâgar olsun.
Ciğer kanı ile dolu altın bir kadeh gibi olmaktansa
Gönlü hoş, kırık bir kadeh gibi olmak daha iyidir.
24- Ve onların etrafında dönerler. Vâkıa Sûresi'nde de geleceği gibi, kadehler sürahilerle emre hazır bir vaziyette etraflarında pırıl pırıl dönüp dolaşırlar, sahibi bulundukları uşaklar, cennet sakîsi genç hizmetçiler sanki saklı iri inciler, yani sadeflerinde gizli hiç kirlenmemiş, el değmemiş, beyaz, saf, temiz ve pırıl pırıl inciler gibidirler.
Lü'lü, parıldayan büyük inci demektir.
25- Ve bazısı bazısına dönmüş soruyor. O zevk ve neşe esnasında yüz yüze gelmiş birbirlerine hâl ve hatırlarından soruyorlar, yani hasbı hal ediyorlar.
26- Soranlardan her biri şöyle dediler: Evet doğrusu biz daha önce ehlimiz arasında; ilimiz, obamız, evimiz ve ailemiz içinde yüreklerimiz titrer, korkardık. Geleceğimizden endişe eder, bir isyana düşmekten veya bir azaba maruz olmaktan korkardık.
27- Şimdi ise Allah bize iyilikte bulundu. Lütuf ve yardımıyla bu nimetleri ihsan etti. Ve bizi semûm azabından korudu.
Semûm: Daha evvel de geçtiği gibi vücûdun içine işleyen, zehirli, sıcak, samm denilen bir rüzgardır. Burada zikri geçen azabtan maksat, cehennem ateşi veya buna benzetilen korkunç dünya hayatıdır. Semûmun cehennemin isimlerinden olduğu da rivayet edilmektedir.
28- Evet biz bundan önce O'na, yani Allah'a dua ediyor ve "Rabbimiz bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver, bizi cehennem azabından koru." (Bakara, 2/201) diye yalvarıyorduk. Gerçekte iyilik eden yani sözünde duran, ihsan eden, kerem sahibi olan ancak O'dur. O, rahimdir. Kendisine dua ve ibadet eden müminlere sonuçta çok rahmet ve merhamet eden yine odur.