48-FETİH:
1- Sûresinin indirildiğini haber verdi. Ahmed, Buhâri, Tirmizî, Nesai, İbnü Mâce ve İbnü Merdûye de Ömer b. Hattâb (r.a.)'da şöyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki; Resulullah (s.a.v.) ile seferde idik, ona bir şeyden üç kere sual ettim, cevab vermedi ben de devemi sürdüm, sonra topluluğun önüne geçtim ve hakkımda Kur'an indirilmesinden korkmuştum, çok durmamıştım bir bağıran işittim, bana bağırıyordu korktu, zannediyordum ki hakkımda bir şey indirildi, vardım Hz. Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: "Bu gece üzerime bir sûre indirildi, bana dünya ve onun içindekilerden daha sevgili: "Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Böylece Allah, senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar." (Fetih, 48/1-2). Yine Ahmed, Ebû Dâvud ve başkalarının Müc'mi b. Câriyete'l-Ensârî'den rivayet ettikleri bir sahih hadiste Peygamber (s.a.v.)'in Hudeybiye'den hareketinden sonra indirilmesini ve bunun "Küraülğamim" yanında olduğunu Peygamber (s.a.v.)'in onu bineği üzerinde insanlara okuduğunu ifade eder. İbnü Sa'd'ın ondan rivâyetinde de bunun Decnân'da olduğuna delâlet vardır. Ve bu Bikai'den rivayet olunmuştur. Dacnan, Kamus'ta bildirildiği üzere Mekke yakınında bir dağdır. Bunlar gösteriyor ki indirilmesi Mekke ile Medine arasında olmuştur. Böyle olanlara da Medenî denildiği bilinmektedir. Zirâ Medenî hicretten sonra indirilendir ki gerek Medine'de olsun gerek Mekke'de, gerek seferde; Mekkî de hicretten önce indirilendir.
Âyetleri : Yirmi dokuzdur.
Kelimeleri : Beşyüz altmıştır.
Harfleri : İkibin dörtyüz otuzdur.
Fâsılası : Hep ( ) harfidir.
İki sûre arasındaki ilgi de baştan sona apaçıktır: Biri önce sunulan, diğeri sonra gelendir. Zira yardım ve zafer mânâsına fetih, gönlü iyileştirme ile savaşa gereken hazırlıktır. Orada tevbe ve istiğfar ile emredilmiş, burada mağfiretin olacağı haber verilmiş, ona değiştirme ihtarıyla son verilmiş, buna zaferler müjdesiyle başlanılmıştır.
İbnü Sâ'd'ın rivâyet ettiği Mücmi' b. Câriye hadisinde geçmiştir ki, Cebrail Aleyhisselâm, bu sûre ile indiği zaman, "Tebrik ederiz seni ey Allah'ın Resulü!" demiş; Cibril tebrik edince müslümanlar da tebrik etmişlerdir. Bu sûrede İslâm'ın bütün dinlere galip geleceği de vaad edilmiştir.
Meâl-i Şerifi
1- Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsân ettik.
2- Böylece Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Sana olan nimetini tamamlar ve seni doğru yola iletir.
3- Ve sana Allah, şanlı bir zaferle yardım eder.
4- İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, herşeyi hikmetle yapandır.
5- Mümin erkeklerle mümin kadınları, içinde ebedi kalacakları, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyması, onların günahlarını örtmesi içindir. İşte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur.
6- Ve o Allah hakkında kötü zanda bulunan münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, Allah'a ortak koşan erkeklere ve ortak koşan kadınlara azap etmesi içindir. Kötülük onların başlarına gelmiştir. Allah onlara gazap etmiş, lânetlemiş ve cehennemi kendilerine hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!
7- Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
8- Şüphesiz biz seni, şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.
9- Ki, Allah'a ve Resulüne iman edesiniz, ve bunu takviye edip, O'na saygı gösteresiniz ve sabah akşam O'nu tesbih edesiniz.
10- Herhalde sana bey'at edenler ancak Allah'a bey'at etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir. Kim ahdi bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse Allah ona büyük bir mükâfat verecektir.
Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik. Geleceği açan; ileride meydana gelecek bir çok fetihlerin başlangıcı olan bir fetih. Bazı müfessirler bunu, Mekke'nin fethini vaad diye almışlarsa da çoğu müfessirler bunun Hudeybiye antlaşmasını haber verdiğini söylemişler. İbnü Abbas, Enes, Şa'bi ve Zühri'den de böyle haber vermişlerdir. İbnü Atıyye buna "Bu doğrudur." demiştir. Bilinmektedir ki, fetih aslında açmak yani kapalılığı gidermektir. Bir memleketi fetih de, Keşşâf'ın açıkladığı üzere harpli veya harpsiz, zorla veya barışla zafer kazanmaktır ki zafere erişmedikçe kapalıdır. "Sakın gevşemeyin, üstün olduğunuz halde barışa davet etmeyin." (Muhammed, 47/35) âyetine ters gibi görünen Hudeybiye antlaşmasının bir fetih olması sahâbeden bazılarına bile gizli kalmıştı. Cenâb-ı Allah, bunun açık bir fetih olduğunu açıklamıştır. Önce bir fetih olması gerçi peygamber bunda bir savaş için değil, bir umre niyetiyle hareket etmiş ve kurbanlıklar göndermişti fakat müşrikler çarpışmayı kurmuşlardı, şiddetli bir savaş olmamış, fakat iki taraftan ok ve mancınık atışılmış "O sizi, onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin göbeğinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendir." (Fetih, 48/24) buyurulduğu üzere müslümanlar müşrikleri mağlûb edip diyarlarına sokulmuşlardı ve barış yapmaya müşrikler istekli olmuşlardı. İkinci olarak bunun apaçık bir fetih olmasına gelince bu barış ile ilk önce müslümanlığın dünyada bir devlet olarak varlığı düşmanları tarafından dahi tasdik edilerek bir anlaşmaya bağlanmış bulunuyordu. Böylece bu, daha sonra meydana çıkacak devam edecek fetihler zincirinin başı ve açıcısı olmuş ve bundan sonraki İslâm fetihlerinden herbiri bunun altında bir şubesi sayılacak bir şekilde vaad edilmiş oluyordu ki sûrenin başı bunu ilâhî bir dil ile açıklamaktadır. Aslında yine sûrenin içinde Feth-i karîb, (yakın fetih) diye işaret edildiğinden bunu pek yakından Hayber fethi takip etmiş, sonra da Mekke fetholunmuş, sonra da İslâm'ın bütün dinlere galip gelmesi vaad buyurulmuştur. Zührî demiştir ki: Hudeybiye fethinden büyük bir fetih olmamıştır. Bu sayede müşrikler müslümanlarla bira araya gelmeye ve sözlerini işitmeye başlamış ve bu onların kalplerinde yer etmiş ve bunun üzerine üç sene içerisinde bir çok kimse müslüman olarak İslâm'ın çoğalmasına sebep olmuştur... Bütün bunlar Muhammed Sûresi'nin başında geçen âyetlerin hükmünün feyzidir.
2-MÜBİN, açık, parlak, yahut ilerisini açan gösteren demektir. Cenâb-ı Allah bu fethin "mübin" olmasının hikmetini şu dört yönü birleştirerek açıklıyor:
1) Mağfiret, 2) Nimetin tamamlanması, 3) Bir doğru yola ulaştırma, 4) Benzersiz bir yardım, yani bunların herbirini ayrıca değil hepsini birden bir hikmet olmak üzere bir "lâm-ı akıbet" ile şöyle buyuruyor: ki Allah senin geçmiş ve gelecek günahını bağışlar. Kâdı Beydâvî der ki: "Fetih kâfirlere karşı cihad ile şirkin def edilmesine ve dinin yükseltilmesine ve noksan şahısların yavaş yavaş kendi arzu ve istekleriyle olgunlaşabilmeleri için şiddetle yönlendirilmesine ve zavallı kimseleri zâlimlerin elinden kurtarmaya çalışmanın bir neticesi olduğu için mağfiret fethe sebep kılınmıştır ki maksat illet-i gâiyye, yani hikmettir. Demek olur ki buradaki fetih ve mağfiret Muhammed Sûresi'ndeki "Hem kendinin, hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile!" (Muhammed, 47/19) emrine uymanın cevabı ve neticesi olmuştur. Âlûsî der ki: "Fetih "Doğrusu biz fetih ihsan ettik." diye azamet nûnu ile isnâd olunduktan sonra mağfiretin "Allah senin (günahlarını) bağışlar." diye ism-i celâl ile isnad olunması şu inceliğe işaret olabilir ki, fethi yüce Allah birçok vasıtalar ile mümkün kılarsa da "mağfireti" yüce zâtı doğrudan doğruya kendisi yapar. Bazıları şunu izah etmişlerdir ki, büyüklerin kendilerinden biz diye mütekellim maalgayr sigası ile ifade âdetleri, kendilerinden meydana gelen fiillerin çoğunlukla hizmetkâr çalıştırmak şeklinde olmasındandır. Buna yardımın "Allah sana yardım eder." diye ism-i celâle isnad olunmasıyla itiraz da edilmez. "Zâten günahları Allah'tan başka kim bağışlayabilir." (Âl-i İmrân, 3/135) ve "Yardım ancak Allah katındadır." (Enfâl, 8/10) gerçeklerine işaret olunmuş demek daha açık olacaktır. Günahın, geçmişi ve geleceği hepsini kapsamasından kinâyedir. Bu şekilde peygambere bütün günahlardan mağfiretle temizlenme ve aklanma tebliğ edilmiştir. Ancak geçmiş tabiri farz olduğunu hatırlatır. Bunun için burada peygamberden işlenmiş olması mümkün olan günahın ne olabileceği hakkında görüş bildirilmiştir. Muhyiddîn-i Arabî gibi bazıları, maksadın ümmetin günahları olduğunu kabul etmişlerdir. Nitekim "Sen bir şüphedeysen" (Yunus, 10/94), "Eğer Allah'a ortak koşarsan, amelin boşa gider." (Zümer, 39/65) âyetlerinde kastedilen, Peygamber'e değil, dolayısıyla ümmete hitap olunduğunda görüş birliği vardır. Ancak bu tevil, "Hem kendinin hem mümin erkeklerin ve mümin kadınların günahının bağışlanmasını dile." âyetine yaraşmaz. Bazıları da demişlerdir ki, günahın işlenmesi kastedilmeyerek terkibin bütünü muahaze olunmamaktan kinâyedir Çoğu müfessirlerin görüşüne göre ise vahiy inmeyen konulardaki ictihadında makamına göre daha uygun olanın tersi şeklinde olan seçmeleridir ki "Allah seni affetsin, onlara niçin izin verdin?" (Tevbe, 9/43) gibi ilâhî hitap ile ihtar edilmiştir. Buna günah denilmesi peygamberlik makamına göredir. Çünkü "İyilerin iyiliği, Allah'a yakın olanların kötülüğü (gibi)dir." Buradan, bundan böyle peygamberlik vazifesinin yerine getirilmesinde önceki meşakkat ve zorlukların ağırlığının kalmayacağına da delil getirilebilir. Nitekim İnşirah Sûresi'nde "Ağırlığından dolayı belini büken yükünü senden alıp atmadık mı?" (İnşirah, 94/2-3) buyurulmuştur. Sonuçları ve meyveleri toplanmaya başlayan görevlerin zorlukları başarı neşeleriyle örtülmüş olur. Ve üzerindeki nimeti tamamlar. Peygamberlikteki başarısına bir de mülk eklenilmek gibi dinî ve dünyevî nimetler ihsan eder. Ve seni bir doğru yola eriştirir Gerek peygamberliğin yerine getirilmesinde ve gerek devlet başkanlığının resmî işlerini yerine getirmede doğrudan doğruya Allah'ın rızasına ulaştıran bir doğru yola çıkarır ki bu yol "İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahit olmanız, Resulün de sizin üzerinizde şahit olması için sizi orta (dengeli) bir millet kıldık." (Bakara, 2/143) âyetine göre bütün insanlığın örnek nümunesi olmak üzere İslâmî işlerin düşman etkilerinden uzak olarak yalnız hakkın uygulaması ve kanunu içerisinde hür irâdeyle idaresi yoludur. Gerçi istikâmet yani doğruluğun aslı fetihten önce de var ve gidilen yol o yol ise de, fetihten sonra egemenliğin resmen dışarda ve içerde tanınmasıyla hidayet ve ilâhî muvaffakiyet başkaca bir açıklık ve renklilik kazanmıştır ve bundan böyle "Biz onlara âyetlerimizi ufuklarda ve nefislerinde göstereceğiz." (Fussılet, 41/53) âyetine göre büyüyüp gelişmek dönemine girmiştir.