43-ZUHRUF:
1-3- O apaçık kitap hakkı için. "Hâ-mîm"de yemin mânâsı bulunduğuna göre (vav) atıf vavı olmadığına göre yemin içindir, o açık kitap, Allah yolunu apaçık gösterir bir nur olan o parlak kitap, yani Kur'an. Kur'ân'ın şanını beyan ederken yine Kur'ân'a "beyan" vasfı ile yemin edilmesi onun kendini tanıttırmak için başka delile muhtaç olmayıp bizzat "beyyin" (açıklayıcı) olan bir nur olduğunu ifade içindir. Aynı zamanda ona yemin edilmesi hakkına tazim emrini gerektirdiğinden meâlde bu lazım mânâyı gösterdik.
4- Kitabın aslı, ana kitap, yani Levh-i mahfuz yahut onun da aslı olan Allah'ın ilmi, herhalde çok yüksek, indirilmiş olan kitapların hepsinden yüksek, çok hikmetli veya çok hakim veya çok muhkem (sağlam).
5- ya şimdi sizden o zikri yana mı atacağız? Müsrif bir kavim olduğunuz için? Yani inkârda, haksızlıkta ısrarlı, cinayette iler gitmeyi âdet etmiş müşrikler olduğunuz için Peygamber'e bir zararınız dokunur diye çekinip de size nasihat ve ihtarda bulunmaktan, bir hatırlatma olan o kitabı indirmekten vaz geçeceğiz, halinize bırakıvereceğiz mi zannediyorsunuz?
6- Oysa öncekilerde yani sizden daha müsrif, daha sert olan önceki kavimler içinde biz ne kadar Peygamberler gönderdik.
7-8- "Kendilerine (peygamber) geldiğinde..." ifadesi, öncekilerin de israfını beyandır. Nihayet gönderdik de öyle eğlenerek inkar ettikleri için netice olarak yumruğu onlardan, yani o müsrif kavimden daha güçlü olanları helak ettik. Burada "onlardan" zamiri, önceki geçenler yerine değil, muhatab olan kavim yerine kullanılmıştır. Onun için buna göre "sizden" denilmesi gerekirdi. Fakat bunda Peygamber'e de bir işaret ihtimalinden dolayı "hitab"dan (ikinci şahıstan) "gıyab"a, (üçüncü şahısa) geçilerek ifade, iltifat biçiminde yalnız Peygamber'e yöneltilmiştir ve bu şekilde ona özel bir değer vermekle teselli yapılmıştır. Nasıl helak edildi denilirse ve öncekilerin "mesel"i geçti. Nasıl helak edildiklerine dair "mesel" haline gelmiş, akıllara hayret verecek kıssaları Kur'ân'da geçti.
9-Yukarılarda zikrolundu, ey Muhammed! "Onlara gökleri ve yeri kim yarattı? diye soracak olsan, elbette onları çok güçlü ve her şeyi bilen Allah yarattı derler." Yani Allah'ın yarattığını itiraf ederler, bu ise O'nun gücünü, ilmini ve daha zikrolunan diğer niteliklerini gerektirir.
10- "O, sizin için yaptı..." Bu nitelemeler Yüce Allah tarafından açıklamadır.
11-Böyle olduğuna karine olmak üzere "gıyab"dan (üçüncü tekil şahıs) "tekellüm"e (birinci çoğul şahsa) geçilerek şöyle buyuruluyor: Onunla ölü bir beldeye yeniden hayat verdik ve işte siz de böyle çıkarılacaksınız. Bir ruh olan bu Kur'an ile siz de yepyeni bir hayata çıkarılacaksınız. Veya kabirlerden çıkarılacaksınız. Bunu yapan güç ve kudret bunu da yapar.
12- "Ve O, bütün çiftleri yarattı." Burada "ezvac" eşyanın çeşitleri ve sınıfları veya genel olarak birbirine karşılık olanlarla tefsir edilmiştir. Râzî'nin naklettiği üzere bazı tahkikçi bilginler demişlerdir ki, Allah'tan başka ne varsa hep çifttir. Yalnız Hak Teâlâ zıt ve misilden menezzeh olarak tektir. Şu da hatıra gelir ki, herşey, bir zihnî sureti, bir de dış dünya sureti olmak itibariyle çifttir. Yalnız yüce Allah zihnî suret ile sınırlanamaz. Onun kendisini bilmesi de özel biçimle değil, huzurîdir. O herşey değil "leyse kemislihi şey" (benzeri yok) olarak birdir.
13- "Bunları bizim hizmetimize veren Allah'ı tesbih ederiz, yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi" diyesiniz." Rivayet olunur ki, Resul-i Ekrem (s.a.v) ayağını üzengiye koyduğu zaman "Bismillah" der, hayvanın üzerine doğrulduğunda "Her halükârda Allah'a hamd olsun. Tenzih ederim o Allah'ı ki, bunu bize müsahhar kılmış, yoksa biz bunu yanaştıramazdık ve her halde biz dönüp dolaşıp Rabbımıza varacağız." (Zuhruf 43-14) der ve üç tekbir alır, üç de tehlil (La ilahe illallah). Yine rivayet olunmuştur ki, Resulullah (s.a.v) yolculuğa çıkacağı zaman binitine bindiğinde üç tekbir alır, sonra "Bunu bize musahhar kılanı tesbih ederim." der sonra da şöyle dua ederdi: "Allah'ım! Ben bu yolculuğumda senden iyilik, takva ve hoşnut olacağın bir amel istiyorum. Allah'ım! Bu yolculuğu bize kolay kıl, yerin uzaklığını bize yakın kıl. Allah'ım! Yolculukta sahip, ailem hakkında vekil sensin. Allah'ım! Yolculuğumuzda bizimle beraber ol. Ailemiz içinde bizim vekilimiz ol."Sonra da ailesine döndüğü zaman "Biz, Rabbimize tevbe ve hamd ederek dönüyoruz." derdi.
14- Ve herhalde biz Rabbımıza döneceğiz. Bütün dönüşlerimiz, dönüp dolaşmamız O'na doğrudur, nihayet O'na varacağız. Bu âyet de mânâsı üzere İslâm'ın en büyük gayesini, en büyük ruhunu, en büyük tesellisini ifade eder. Bu, burada şu ince mânâya işaret ediyor ki bir binite binen bir kimse yolculuğun bir değişim olduğunu düşünmeli, ondan da asıl büyük yolculuğu Allah'a olan yürümeyi ve gidişi düşünmeli de o düşünceye göre hareket etmeli. Bundan çıkan sonuç ise binmenin sırf meşru bir iş için olmasıdır.
15- Öyle iken tuttular da O'na kullarından bir parça isnad ettiler. Bu âyet, yukarıdaki "Celalim hakkı için sorsan onlara o gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyecekler: Onları o güçlü ve herşeyi bilen yarattı." (Zuhruf, 43/9) âyeti ile ilgilidir. Allah'ın bütün göklerin ve yeryüzünün yaratıcısı olduğunu ikrar ve itiraf ederlerken çelişkiye bak ki bir de tutarlar Allah'a kullarından bir parça yaparlar. Burada birkaç mânâ vardır. Önce bu, "Hulûl"ü (Allah'ın kulların cesetlerine girdiğini) ibtaldir. Çünkü Hulûliyye Allah'ı kullarından bir cüz yapmış olur. İkincisi "veled" (çocuk) isnad edenleri kınamadır. Çünkü çocuk, babasının parçasından hasıl olduğu için onun parçasıdır. Üçüncüsü müşrikler her mabuda bir hisse vermekle Allah'a kullarının bütünü değil, yalnız bir parçasını tanımış, yalnız bir hisse vermiş oluyorlar. Diğer hisseler diğer taptıklarının sayılmış olur. Çünkü insan apaçık çok nankördür, çünkü inkar ve şirk nankörlüğün en açığıdır. Allah'ın hepsini yaratmış olduğu malum iken sonra dönüp yaratıcıyı yaratılmıştan veya yaratığı yaratıcıdan parça yapmak veya yaratıcının yaratığını tamamen kendinin saymayıp şirk koşmak apaçık küfür ve nankörlüktür.
Meâl-i Şerifi
16- Yoksa O, yarattıklarından kendisine kızlar edindi de erkek çocukları size mi seçti?
17- Onlardan biri Rahman olan Allah'a isnad ettiği kız çocuğu ile müjdelendiği zaman yüzü simsiyah kesilir de öfkesinden yutkunur durur.
18- Yoksa onlar, süs ve zinet içerisinde yetiştirilip de mücadelede erkek gibi kendisini savunmaya açık olmayan kızları mı O'na isnad ediyorlar?
19- Onlar Rahman olan Allah'ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Onlar meleklerin yaratılışını gördüler mi? Onların şahitlikleri yazılacak ve onlar sorguya çekileceklerdir.
20- Onlar: "Eğer Rahman olan, Allah dileseydi, biz o meleklere tapmazdık." dediler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece yalan söylüyorlar.
21- Yoksa biz kendilerine bundan önce bir kitap verdik de onlar, ona mı sarılıyorlar?
22- Hayır, onlar sadece: "Biz babalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinde gidiyoruz." dediler.
23- Ey Muhammed! Yine böyle biz senden önce de hangi memlekete bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri: "Biz babalarımızı bir din üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uyarız." dediler.
24- Gönderilen uyarıcı; "Eğer size babalarınızı üzerinde bulduğunuz dinden daha doğrusunu getirmişsem de mi bana uymazsınız?" deyince, onlar: "Gerçekten biz sizin tebliğ için gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz." dediler.
25- Biz de onlardan intikam aldık. Bak peygamberleri yalanlayanların sonu nasıl oldu!
16- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.
Meâl-i Şerifi
26- Hani İbrahim babasına ve kavmine: "Gerçekten ben sizin taptığınız şeylerden uzağım.
27- Ben ancak beni yaratana taparım. Şüphesiz ki O, beni doğru yola iletecektir." dedi.
28- İbrahim, bu sözü, ardından gelecek olanlara devamlı kalacak bir miras olarak bıraktı ki, onlar doğru yola dönsünler.
29- Doğrusu ben bunları da babalarını da kendilerine hak olan kitap ve gerçeği açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp geçindirdim.
30- Kendilerine hak geldiği zaman onlar: "Bu bir büyüdür doğrusu biz onu tanımıyoruz." dediler.
31- Yine Onlar: "Bu Kur'an, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?" dediler.
32- Ey Muhammed! Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz taksim ettik. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye biz onların bir kısmını diğerlerinden derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.
33- Eğer insanlar küfre sapan bir ümmet haline gelmeyecek olsalardı, biz O Rahman olan Allah'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık.
34- Onların evleri için gümüşten kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar yapardık.
35- Daha nice altın ziynetler verirdik. Çünkü bunların bizce hiçbir kıymeti yoktur. Bütün bunlar dünya hayatının geçici menfaatinden başka bir şey değildir. Ahiret ise Rabbin katında takva sahipleri içindir.
17-25- Ümmet, arkasına düşülecek bir topluluk veya tarikat, millet demektir.
26-32- Ve Tevhid kelimesini İbrahim'in arkasında yani neslinde sürekli kalıcı bir kelime kıldı. "İbrahim bunu oğullarına da tavsiye etti, Yakub da." (Bakara, 2/132) Veya Allah o kelimeyi onun neslinde kararlı kıldı. Onun için onun çocukları arasında Allah'ı tevhid eden hiç eksik olmadı ki dönsünler, yani sapıklığa, şirke düşenler tevhide bağlı olanların uyarısı ile o kelimeye dönsünler. Fakat dönmediler. Şunlar, Resulullah (s.a.v)'a çağdaş olanlar, bunların arasında olan Kureyş ne olurdu bu Kur'an iki şehirden büyük bir adama indirilseydi dediler.
KARYETEYN, Mekke ile Taif. Demek ki Kur'ân'ın güzelliğini hissediyorlar da onu Peygamber'e yakıştıramıyorlar, zavallılar büyüklüğü dünya malı, dünya makamı ile sanıyorlar. Mekke'de Velid b. Muğire, Taifte Urve b. Mes'ud es-Sakafî gibi, dünyaca zengin gördükleri kimseleri Peygamber'den büyük sayıyorlar da Kur'ân'ı da onlara layık görüyorlar. Yüce Allah da red ve azarlama ile buyuruyor ki "Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar?"
33- Bütün insanlar bir ümmet oluverecek olmasaydı, yani insanları hep kâfir edecek derecede inkâra teşvik eylemek gerekmeseydi, Rahman'ı inkâr eden kimseler için herhalde yapardık,
34- evlerine gümüşten tavanlar ve üzerlerinde çıkacakları miraçlar: asansörler ve odalarına kapılar, hep gümüşten veya altından ve serirler, kanepe, koltuk, sandalye, ki üzerlerine kurulurlar.
35- Hem de zuhruf, yani altın yaldızlı, nakışlar, ziynetler yapardık. Bunlar ise gerçekte hiçbir şey değil, ancak dünya hayatının aldatıcı metalarıdır, mallarıdır. Oysa Rabbının katında ahiret hayat ve mutluluğu müttakilere mahsustur. Bir gün gelip Allah'a gidileceğini sayarak, inkâr ve günah işlemekten korunup faziletlerle donanmış, bezenmiş olanlarındır. Büyük, işte korunup da o ahireti kazanandır.