42-ŞURA:
1-8- Bunların iki isim olması gerektir. Onun için araları ayrılmış ve iki âyet sayılmış gibi bir isim olduğuna göre ayırılması, başında diğer "Hâ-mîm"lere uygun olması için denilmiştir. Böyle, bu vahiy tarzı ile veya ilerde gelecek mânâ ile vahiy veriyor ve verir sana ve senden önceki peygamberlere. Keşşaf sahibi burada şöyle der: "Yani bu sûrenin kapsadığı mânâlar öyle mânâlardır ki yüce allah onun aynısını hem bu sûrenin dışında sana vahy etmiştir, hem de senden önceki peygamberlere vahyetmiştir. Bu şekilde yüce Allah bu mânâları Kur'ân'da ve semavî kitapların hepsinde tekrar buyurmuştur. Çünkü bunlarda eninde sonunda kullarına beliğ bir uyarı ve büyük bir lütuf vardır." "Vahyetti" buyurulmayıp da muzari (şimdiki zaman) lafzı ile "vahyediyor" buyurulması da böyle vahyetme âdeti olduğuna delalet içindir. Bundan başka burada bir de şu mânâ vardır. Yüce Allah'ın sana ve senden önceki peygamberlere vahyinin tarzı bu vahyi gibi, yani bu sûrede beyan ve tarif olunduğu gibidir. Çünkü vahyin çeşitleri bu sûrenin sonunda "Bununla birlikte hiçbir beşer için mümkün değildir ki Allah ona başka suretle kelam söylesin, ancak vahiy ile veya bir perde arkasından veyahut bir elçi gönderip de izniyle ona dilediğini vahyetmesi müstesna." (Şûrâ, 42/51) diye beyan olunacaktır." ın da bu üç tarza rumuz olması muhtemeldir. (Nisâ Sûresi'ndeki "Nuh'a, ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz ve İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, evlatlarına, İsa'ya, Eyyub'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a vahyettiğimiz ve Davud'a Zebur verdiğimiz gibi şüphesiz sana da vahyettik biz." (Nisâ, 4/163) âyetin tefsirine bkz.) "Nerde ise gökler üstlerinden çatlayacak gibi titreşiyorlar." Bu ifade yüce Allah'ın yüceliğini, eserlerini anlatmaktadır. Yani Allah öyle yüksek ve öyle büyük ve azametlidir ki cismanî yükseklik ve büyüklüğün timsali olan semalar, o yüksek gökler, O'nun celal ve azametinin heybeti altında üstlerinden çatlayıverecek gibi ezilip titremektedir. "Üstlerinden" denilmesi Allah'ın yüksekliğinin semaların yüksekliğinin üstünde olmasındandır. Zemahşerî'nin dediğine göre; çünkü yüce Allah'ın celalini ve azametini gösteren âyetlerin en büyükleri semaların üstünde Arş ve Kürsî ve arşın etrafında tesbih ve takdis ile çalkalanan meleklerin safları ve daha nasıl olduğunu Allah'tan başkasının bilemeyeceği büyük saltanat eserleridir.
Ve yeryüzündekiler için mağfiret isterler. Şefaat, ilham ve itaate sevkeden sebepleri ortaya koyma gibi araçlara koşarlar. Bu mânâ ise genellikle mümini ve kâfiri kapsar. Hatta "istiğfar" eksiği örtmek mânâsına tefsir olunursa hayvanı ve cansız varlıkları bile kapsar. Tekabül (karşılık olarak getirme) karinesiyle müminlere tahsis olunduğu takdirde ise maksat şefaattır.
9-Meâl-i Şerifi
10- Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah'a aittir. İşte benim Rabbim olan Allah budur. Ben yalnız O'na güvendim ve yalnız O'na yöneliyorum.
11- O göklerin ve yerin yaratıcısıdır. O sizin için kendi nefsinizden eşler ve hayvanlardan da çiftler yaratmıştır. O, sizi bu düzen içerisinde üretip çoğaltıyor. O'nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür.
12- Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir.
13- Allah dinden Nuh'a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve (Ey Muhammed!) sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye buyurduğumuzu da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir.
14- Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitab'a vâris kılınan kitap ehli de Kur'ân hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler.
15- Ey Muhammed! İşte bunun için insanları tevhide davet et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol. Onların keyiflerine uyma ve de ki: "Ben Allah'ın kitaptan indirdiğine inandım ve bana aranızda adaleti gerçekleştirmem emredildi. Allah bizim de rabbimiz sizin de Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Sizinle bizim aramızda hiçbir tartışmaya yer yoktur. Allah hepimizi biraraya toplayacaktır. Dönüş yalnız O'nadır.
16- Allah'ın davetine uyulduktan sonra, hâlâ O'nun dini hakkında mücadele edenlerin, getirdikleri deliller Rableri yanında batıldır. Onların üzerinde bir gazab ve kendileri için şiddetli bir azab vardır.
17- Bu kitabı ve ölçüyü hakla indiren Allah'tır. Ne bilirsin, belki de kıyamet saati yakındır!
18- O'na inanmayanlar kıyametin çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise O'ndan korkarlar ve O'nun hak olduğunu bilirler. İyi bilin ki, kıyamet saati hakkında tartışanlar derin bir sapıklık içindedirler.
19- Allah kullarına çok lütufkârdır. Dilediğine rızık verir. O çok kuvvetlidir, çok güçlüdür.
10- Sizin ve gavurların gerek dine ve gerek dünyaya dair, hakkında ihtilaf ettiğiniz herhangi bir şey ki onun hükmü, o ihtilafı kesip atacak hüküm Allah'a aittir. Onu başkası değil, o halleder. O bir araya toplanma günü haklıyı haksızı O ayıracak. "Bir fırkayı cennette, bir fırkayı da cehennemde." (Şûrâ, 42/7) O yapacaktır. Burası Resul'ün peygamberliğinden hikayedir veya yukardaki "Vahyettik." karinesiyle bir "De!" emri, takdiren vardır. Yani de ki işte o hikmet sahibi Allah'tır. Benim Rabbim, malikim, sahibim, ben O'na tevekkül etmişim. Bütün işlerimde yalnız O'na dayanmışımdır. Ve hep O'na yüz tutarım. Başımın sıkıldığı her zor işte O'na müracaat eder, O'na sığınır, O'na yalvarırım.
11- O gökleri ve yeri yaratan, sizin için kendilerinizden, yani kendi cinsinizden yine insan olarak çiftler, dişiler yaratmıştır. Hakkınızda minnete layık bir nimet, bununla birlikte bu insanlara mahsus değil Hayvanlardan da çiftler, yani hayvanların içinde de cinslerinden çiftler yaratmıştır. Yahut sizin menfaatleriniz için hayvanlardan da erkekli dişili sınıf sınıf eşler yaratmıştır. Bu fıkranın zikrinde insanların hayvanlara "ortaklığı" özelliğini hatırlatma vardır. Çünkü eşleşme ve üreyip çoğalma esas itibarıyla hayvanî bir özelliktir. Sizi onun içinde, yani zikrolunan bu yapı, bu eşleşme tedbiri içinde zürriyetlen-dirip üretiyor. Bu şekilde sizin eşleriniz, emsalleriniz evlatlarınız oluyor, çoğalıyorsunuz. Fakat O'nun misli gibi bir şey yok, doğrudan doğruya O'nun misli, aynısı bir şey bulunması şöyle dursun, O'na benzer bir şey bile yoktur. Bu şerefli söz Allah'a benzer olmadığını ifade ile tevhid ve tenzihde sağlam, belâgatlı bir delildir. Allah gibisinin olmadığını ifade etmekten maksat, kendine benzer olmadığını ifadede mübalağadır. Nitekim "Senin gibi bir kimse cimrilik etmez." derler. Bununla onun zatında, şahsiyetinde cimriliğin olmadığını ifade etmek isterler, bunun olmadığını ifadede mübalağa etmiş olmak için kinaye üslubuna giderler. Bu mânâ dilimizde de çok yaygındır. Mesela senin gibi bir kimse ona tenezzül eder mi? desek sen ona tenezzül etmezsin demiş oluruz. Bunda mübalağa ile birlikte bazen ta'zim de kastedilir. Dolayısıyla, bu niteliğin olmadığında doğrudan doğruya kendine nisbeti tasavvur bile caiz olamayacağına işaret gibi bir incelik vardır. Bazen de bu bir istidlal (delil getirme) neşesi verir. Hatta bu kinaye mânâsı o kadar kuvvetlidir ki burada gerçek mânâsı üzere "Allah'a benzer bir şey yok." denilse idi, kinaye yolu ile zatının olmadığını ifade şüphesi ve kusuru bulunacağından dolayı güzel olmazdı. Keşşaf sahibi der ki: "Bunun kinaye olduğu bilinince 'Allah gibi bir şey yok' demekle misli gibi bir şey yok demek arasında kinayenin verdiği faydadan başka bir mânâ farkı olmadığı anlaşılır ki ikisinin de mânâsı zatında benzerliğin olmadığını ifadedir. Allah'ın misli yok demektir."
MÜMASELET: (Benzerlik), hakikatte ortaklık, yani zatî sıfatta benzeyiştir. "Yerini tutabilecek şekilde özel sıfatta ortaklıktır." diye tarif edilmiştir. Bu açıklamaya göre asıl mânâ, Allah'ın benzeri olması suretiyle bir başkasına benzetilmesinin mümkün olmadığının ifade edilmiş olmasıdır. Bununla birlikte benzerliğe yakın bir şekilde benzetmenin olmadığı ifade ediliyor denilmesi daha uygundur. Alûsî, der ki: "Bu âyet her açıdan Allah'ın başkasına benzerliğinin olmadığını ifade etmektedir." Bu hükme herhangi bir şeyin O'na eş olamayacağının ifadesi de dahildir. Bu âyetin öncesine bağlanma yönü de budur. Bu açıklama, İhlâs Sûresi'ndeki "Hiçbir şey O'nun dengi değildir." (İhlâs, 112/4) ifadesinin mânâsıdır. Ebu's-Suud'un açıklamasına göre âyetin irtibatı şu mânâ iledir: "Bu göz kamaştırıcı eşsiz idarenin içine dahil işlerden hiçbir işte O'nun misli yoktur. Yani O'nun yaptığı gibisini yapacak yoktur." Ragıb'ın ifade ettiği diğer bir mânâya göre, O'nun sıfatı gibi sıfat yoktur, denilmesi de buna yakındır. Gerçi yüce Allah'ın ahlak ve niteliklerinden ilim ve irade gibi bazıları ile insanın da nitelendiği varsa da o sıfatların yüce Allah'taki niteliği ve gerçek yüzü insanlardaki gibi değildir. Buna özellikle işaret için de buyuruluyor ki: Ve O, öyle Semî öyle Basîr'dir. Yani misli olmayan işitici ve görücüdür. İşitilmeye uygun olan şeylerin bazısını değil hepsini işitir görülenlerin ve varlıkların hepsini görür, hem insanlarda olduğu gibi dış dünyadan duyu organlarının etkilenmesi yolu ile değil, sonradan olma durumundan hayal kurma ve vehmetmeden uzak ve ezeli bir idrak ile bilerek işitir ve görür. Gerçi "Gerçekten biz insanı birbiriyle karışık bir damla sudan yarattık. Onu imtihan ediyoruz. Bu sebeple onu işitici, görücü yaptık." (İnsan, 76/2) buyurulduğu üzere, insanı işiten ve gören bir yaratık yapmıştır. Fakat O, böyle yaratılmış ve "Sizi bu şekilde zürriyetlendirip üretiyor." (Şûrâ, 42/11) âyetinin mânâsınca yaratılıp duran işitici ve görücü değil; O, kulakları ve gözleri yaratan ve onları mülkünde tutup idare eden, benzeri bulunmayan, ezelî ve her şeyi kuşatan gerçek bir işitici ve görücüdür. Edilen inabeleri, kendisine yönelişleri, yapılan niyazları işitir, bütün ihtiyaçları görür ve gözetir.
12- O'nundur bütün göklerin ve yerin kilitleri. Hiç kimsenin erişemediği, el süremediği hazineleri, gizli servetleri dilediğine rızkı açar, kısar da, kimisine bol verir, kimisine dar, aynı kimseye de bazı bol verir, bazı dar. Çünkü O her şeyi bilendir. Hepsini her yönüyle pek iyi bilir, her yaptığını gereği gibi bilerek yapar, her dileyişinde, dar vermesinde de bir hayır ve hikmet vardır. Bu cümle, böyle öncesine göre bir sebep, sonrasına da bir hazırlıktır ki "Şüphesiz ki Allah ne dilerse ona hükmeder." (Maide, 5/1) ifadesince iradeye bağlı bir emir olan teşriin (şer'î kanun koymanın) mükemmel bir ilimle de alakasını gösterir.