40-MÜ'MİN:
1-6- gibi ne kastedildiğini Allah bilir. (Oraya bak!)
Gerçi muhkem muhkemat ümmülkitab-ı sînede
Kim bilir 'den maksûdı Rahmânım nedir?
"Hâ mîm", "Rahman, rahim" harflerinden olduğu için o iki isme işaret veya yemin olduğu söylenmiş ve "elif, lâm, râ", "Ha mim", "Nûn"un, "Er-Rahmân" okunduğu da söylenmiştir. Bundan dolayı olmalıdır ki bazıları "Ha mim"in, "Havamim" veya "ha mimât" "Hâ mîm"ler diye çoğul yapılmasını caiz görmemiş, sûrelerin birden çokluğuna işaret kastolunduğu zaman "Âlü Hâ mîm" denilmesini tercih eylemişlerdir. Bu yüzden "Ha mim" sûreleri, rahmânî ve rahimî rahmetten birer örnektirler. Bununla birlikte "Ha mim" harfleri Hamd'in başı, Muhammed isminin de ortasıdır. "Ey Muhammed" demek de olabilir. Fakat çokları Kur'ân'ın veya sûrenin ismi olduğunu söylemekle yetinmişlerdir. Bundan dolayı "alemiyet" (özel isimlik) ve te'nis (dişilik) veya özel isimlik ve yabancı dilden gelme kelimeye benzemesi sebepleriyle "Gayrı munsarıf" (okunurken cer ve tenvin kabul etmeyen kelimelerden) olduğunu da söylemişlerdir.
7-8-9- Bu kelimenin açıklamısı Sâd Sûresi'nde (11, 13. âyetler) geçmiştir. "Arş"ı taşıyanlar. "Arş" hakkında "Âyetü'l-Kürsî" (Bakara, 2/255) ve A'raf Sûresi'nde "Sonra Arş üzerinde hükümran oldu." (A'raf, 7/54) âyetine bakınız. "Hamele-i Arş" (Arşı taşıyanlar), büyük meleklerdir ki el-Hâkka Sûresi'nde "O gün Rabbinin arşını üstlerinde bulunan sekiz (melek) yüklenir." (Hâkka, 69/17) âyetinde sekiz oldukları açıkça ifade edilmektedir. Bazı eserlerde bugün dahi sekiz oldukları rivayet edilmiş ise de bazıları bugün dört olup, kıyamet günü diğer dört melek ile desteklenerek sekiz olacakları görüşünü ileri sürmüşlerdir. Ki Muhyiddin Arabi de böyle der. Ve etrafındakiler. "Melekleri görürsün ki Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır." (Zümer, 39/75) buyurulduğu üzere Arş'ın etrafını donatan melekler ki bunlar çok, pek çoktur, sayılarını ancak Allah bilir. Arş'ı taşıyan melekler ile bunlara "Kerubiyyun" derler ki, kâf'ın üstün okunması, râ harfinin ötresi ve şeddesiz okunması ile "Kerubî" kelimesinin çoğuludur. Şeddeli okumak hatadır. Fakat öyle yayılmıştır.
KERUB, "Kurb (yakınlık) mânâsına, kurb (yakınlık) mastarından "Feul" ölçüsünde fiilimsidir. Allah'a en yakın melekler demek olur. Onun için bazıları "Kerubiyyun" yalnız Arş'ı taşıyan meleklerdir demişlerdir. İbnü Sina da Melaike Risalesi'nde şöyle demiştir: Kerubiyyun melekler, "Tih-i a'lâ arasatının" (en yüce meydan olan arasat meydanının) amirleri zümre zümre en şerefli yerde durmaktalar, en güzel manzaraya bakmaktalar ki, bunlar Mukarrebun melekler ve temiz ruhlardır. Fakat Amilûn melekler, Arş'ı, Kürsi'yi ve gökleri taşıyan meleklerin amirleridirler. İşte bütün bunlar tesbih ve hamd ile Rablerine iman etmişler ve müminler için öyle bağış dilerler ve dua ederler.
Meâl-i Şerifi
10- O kâfirlere mutlaka şöyle bağırılacaktır: "Elbette Allah'ın buğzu, sizin nefislerinize buğzunuzdan daha büyüktür. Çünkü siz imana davet ediliyordunuz da inkâr ediyordunuz."
11- Kâfirler diyecekler ki: "Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Şimdi günahlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?"
12- (Onlara şöyle cevap verilir): "Bu azab size şu sebeptendir: Siz tek Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. Ama O'na ortak koşulunca inandınız. Artık hüküm, o yüce ve büyük Allah'ındır."
13- Size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indiren O'dur. Fakat onları ancak gönül verip düşünenler anlar.
14- O halde siz, dini Allah için halis kılarak hep O'na yalvarın. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.
15- O dereceleri yükselten Arş'ın sahibi Allah, o buluşma gününün (kıyametin) dehşetini haber vermek için kullarından dilediği kimseye emrinden ruh (melek) indiriyor.
16- O gün onlar kabirlerinden meydana fırlarlar. Kendilerinin hiçbir şeyi Allah'a karşı gizli kalmaz. "Bugün mülk kimindir?" (diye sorulur. Cevaben): "Tek ve kahhar olan Allah'ındır." (denir).
17- Bugün her nefis kazandığı ile cezalanacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.
18- Yaklaşmakta olan o felaket (kıyamet) gününü de onlara haber ver. O dem ki yürekler gırtlaklara dayanmıştır, yutkunup dururlar. Zalimler için ne ısınacak bir dost vardır, ne de sözü dinlenecek bir şefaatçi.
19- Allah, gözlerin hain bakışını da bilir, gönüllerin gizlediğini de.
20- Allah hakkı yerine getirir. Onların O'ndan başka yalvardıkları ise hiçbir şeyi yerine getiremezler. Çünkü hakkıyla işiten ve gören ancak Allah'tır.
10- O inkâr edenler, Allah'ın âyetleri hakkında mücadele eden, cehennemlikler oldukları beyan buyurulan kâfirlerin cehenneme girdikten sonraki halleri anlatılıyor. Onlara şöyle bağırılacak: Allah tarafından cehennemde zebaniler bağıracaklar! Elbette Allah'ın makti -makt, buğzun, kinin şiddetlisidir sizin kendinize buğzunuzdan daha büyüktür. Kâfirler kendi kendilerine üç sebepten kızacaklar. Bir kere, kıyameti, cenneti, cehennemi gördükleri zaman bunları inkârda ısrar ettiklerinden dolayı kendi kendilerine kızacaklar; sonra başkasına tabi olanlar, tabi oldukları başkanlara kızacaklar; daha sonra cehenneme girdiklerinde İblis kendilerine seslenip de, "Benim sizin üzerinizde bir otoritem yoktu, yalnız sizi davet ettim de beni dinlediniz, "O halde kusuru bana yüklemeyin, kendinizi kınayın." (İbrahim, 14/22) dediği zaman da kendilerine kızacaklardır.
11- Diyecekler ki: Ey Rabbimiz! Bizi iki öldürdün, iki de dirilttin, yani iki ölüm öldürdün, iki dirim dirilttin. Buradan kabir azabının varlığına delil getirilmiştir. Deniliyor ki, birinci öldürme, dünya hayatını bitiren ilk ölüm; ikinci öldürme kabirdeki birinci diriltmeyi takip eden ölüm; ikinci diriltme de ölümden sonra kıyametteki dirilmedir. Şu halde dünya hayatı dikkate alınmamıştır. Çünkü dünyada inkâr ettiklerini kabul ve itiraf ile günahlarını itiraf ediyorlar. Buna karşılık müminler Saffât Sûresi'nde "Biz ilk ölümümüzden başka bir daha ölmeyecek... değil miyiz?" (Saffât, 37/58) demişlerdi. Duhan Sûresi'nde de müttakiler hakkında "Orada ilk ölümden başka ölüm tatmazlar." (Duhan, 44/56) buyurulacaktır. Bu münasebetle bunlardan birincinin bedene ait ölüm ve hayat, ikincinin de ruha ait ölüm ve hayat diye düşünülmesi ve değerlendirilmesi ve mümin ruhunun "Allah'ın diledikleri kimseler müstesna" ifadesindeki zümrenin arasına dahil olarak doğrudan doğruya baki kalacağına, ölmeyeceğine işaret olması da ihtimal dahilindedir. Burada kâfirlerin sözlerindeki "iki"yi, "Sonra gözünü iki kere daha çevir." (Mülk, 67/4) âyetindeki "ikil (tesniye) gibi sırf tekrar ve çokluk mânâsına alanlar da olmuştur, güya şöyle demişlerdir: Sen bizi kaç kereler öldürdün, kaç kereler dirilttin, bunları görüp kudretinin, büyüklüğünü ve dolayısıyla iadeyi de yapabileceğini anladık.
Şimdi günahlarımızı itiraf ettik, tanıdık, anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı? Bu ateşten, gerek dünyaya dönmek ve gerek başka bir yere gitmek yahut bir daha ölmek gibi herhangi bir şekilde olursa olsun çıkmaya bir yol var mı? Yok diye ümitsizliklerini dile getiriyorlar veya sen istersen ona da yol bulursun demek istiyorlar.
12- Buna karşı redd ile cevap olmak üzere şöyle buyuruluyor: Bu içinde bulunduğunuz azab şu sebepledir ki bir olarak Allah'a çağırıldığı zaman inkâr ettiniz de O'na şirk koşulursa iman ediyordunuz. O şirk koşanların hepsi yok olup gittikleri, hiçbirinin hükmü olmadığı için İşte hüküm Allah'ın O ulu, büyük Allah'ın. Ululuğun ve büyüklüğün son sınırı ile sıfatlı olup, zatında sıfatında ve fiillerinde "Onun benzeri gibi hiçbir şey yoktur." (Şura, 42/11) diye anlatılan, ilâhlık yalnız kendisinin hakkı bulunan Allah'ın. İşte O, size ebedî azabı hükmetti. O'nun hükmünden kurtuluşa imkan yoktur. Müşriklere kini büyüktür, şirki bağışlamaz. Bu şekilde o kâfirlerin hallerini beyandan sonra buyuruyor ki
13- O, O'dur ki size, siz insanlara âyetlerini gösteriyor. İlâhlıkta ortaksız bir olduğunu ve büyüklüğünü anlatan âyetlerini gösteriyor, onunla birlikte sizin için gökten bir rızık da indiriyor, yani cismanî rızkınıza sebep olan yağmur, manevî rızkınıza sebep olan ilim ve Kur'ân indiriyor. Bununla birlikte o âyetleri herkes anlamaz, ancak O'na dönen, gönül veren, düşünen anlar. O halde siz gönlünüzü veriniz de
14- Allah'a dini halis kılarak ibadet ve dua edin ey müminler! İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.
15- Dereceleri çok yüksek. Meleklere ve sevdiği kullarına bahşeylediği dereceler çok yüksek, yahut dereceleri yükselten O arşın sahibi, o saltanatın sahibi, kullarından dilediğine öyle yüksek dereceler veriyor ki kullarından dilediği kimseye emrinden ruh indiriyor, yani melek indirip vahiy veriyor o telâki (kavuşma) gününü ihtar etmek için, O'nun korkunçluğunu haber vermek için.
16-19-TELÂKİ GÜNÜ: Kıyamet günüdür. Çünkü o gün ruhlar ve cisimler, göktekiler ve yerdekiler, ameller ve amel edenler, tapılan mabudlar ve kullar buluşacaklar, birbirlerine kavuşacaklar, yani o gün ki halk hep meydana çıkmıştır, kabirlerinden çıkmış açığa fırlamışlardır. Nefislerini örten, amellerini gizleyen hiçbir şey kalmamış, Allah'a karşı hiçbir şeyleri gizli değildir. Ne kendileri, ne amelleri, ne de halleri hiçbir şey, hiçbir zaman Allah'a gizli kalmaz. Fakat dünyada gizliyoruz zannedenler, o gün kendileri de bir şey gizlemeye çalışmazlar, bütün uryanlıklarıyla Hakk'ın huzurunda bulunurlar. Buyurulur ki Kimin mülk bu gün? Buna şöyle cevap verilir. Bir olan ve kahredici bulunan Allah'ın.
VAHİD, zatında hiç ortaklığa, çokluğa ihtimali yok, parçaları da yok, parçacıkları da yok.
KAHHÂR, bir ortağı olmak şöyle dursun, her şey O'nun kahrına mahkum "Onun zatından başka her şey helak olacaktır." (Kasas, 28/88) herşeye istediğini yapacak şekilde galip ve hakim "Bu gün herkes kazandığının karşılığını görür." Bu ifade, mülk ve kahrın eserini beyandır. Onları o felaket gününden de korkut.
ÂZİFE, yaklaşmakta olan felaket, ölüm saati yahut ölümü aratan o kıyamet saati veya hesap görülüp ceza kesilip de cehenneme girilmek üzere bulunulduğu saat ki kıyametin en acı saatidir.
20- Hem Allah hak ile kaza buyurur. Hak ile hükmeder ve hükmünü tamamen icra eyler, hakkı gerçekleştirir, yerine getirir. O'ndan başka tapınıp yalvardıkları ise, gerek cansız putlar, gerek diğerleri hiçbir şeyi kaza edemezler. Kendiliklerinden hiçbir şeye kesinlikle hüküm verip tamamıyla icra ve infaz edemezler, çünkü hepsi Allah'ın hükmü altında boyun eğmektedirler. Onun için hiçbir şeyi yerine getiremezler. Çünkü Allah'tır ancak hakkıyla işiten ve gören. İyi işitip görmeyen ise hakkı yerine getiremez, hüküm veremez.
Allah'ın âyetlerinde mücadele eden o kâfirler