Çok hadîs rivâyet eden yedi sahâbîden:
EBÛ SA'ÎD-İ HUDRÎ
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, Peygamber efendimizin hicretinden sonra yapılan, Medîne’deki Mescid-i Nebevî’nin inşasında çalışmıştı.
Yaşı küçük olması sebebiyle Bedir ve Uhud gazâlarına katılamadı. Bedir gazâsına babası Mâlik bin Sinân katıldı. Şehîd olmak için ön saflarda kahramanca savaştı.
Ebû Sa’îd-i Hudrî Uhud harbine katılmak için, babasıyla Peygamber efendimize müracaat ettiler. Bu hâdiseyi Ebû Sa’îd hazretleri şöyle anlatır:
İri kemiklidir
“Uhud günü Peygamber efendimize arz olunduğum zaman, onüç yaşında idim. Babam beni Resûlullahın yanına götürüp dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Bu yavrumun yaşı her ne kadar küçükse de, iri kemiklidir. Vücudu gelişkindir. İzin verirseniz, bizimle gelsin.
Peygamber efendimiz beni yukarıdan aşağıya kadar süzdükten sonra buyurdular ki:
- Onu geri çeviriniz!
Benim gibi yaşı küçük olanlar, Medîne’de, kadınları ve çocukları korumakla vazîfelendirildiler.
” Babası Mâlik bin Sinân hazretleri, Uhud gazâsında şehîd oldu.
Uhud gazâsından dönüşte, Peygamber efendimizi nasıl karşıladıklarını Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri şöyle anlatmıştır:
“Annem ile birlikte Peygamber efendimizi karşılamaya, Onun mübârek cemâlini görmeye gittiğimizde, babamın şehîd olmakla şereflendiğini öğrenmiştik. Peygamber efendimize bakarken, O da bizi gördü. Bana buyurdu ki:
- Sen, Mâlik bin Sinân’ın oğlu musun?
Ben de şöyle cevap verdim:
- Evet, anam-babam sana fedâ olsun yâ Resûlallah.
Resûlullah efendimiz at üzerinde idi. Hemen yanlarına yaklaştım ve mübârek dizlerinden öpmekle şereflendim. Bana buyurdular ki:
- Allahü teâlâ, babana ecrini versin.”
Korktuklarımızdan emîn eyle
Hendek gazâsında müşrikler çok şiddetli saldırıyorlardı. Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî bir ara Peygamberimize yaklaşarak dedi ki:
- Yâ Resûlallah, yüreğimiz ağzımıza gelmiş bulunuyor, okuyacağımız bir duâ var mıdır? Peygamberimiz buyurdu ki:
- Evet var. “Yâ Rabbî, açık ve korkulu yerlerimizi kapa, bizi bütün korktuklarımızdan emîn eyle” diyerek duâ ediniz!
Hepimiz duâ ettik, yalvardık. Çok geçmeden şiddetli bir fırtına esti. Düşman karargâhını alt üst etti ve düşman hezîmete uğradı, dağılıp gitti.
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, Resûlullahın devamlı yanında bulunur, Ondan birçok hadîs-i şerîf dinlerdi. Bu hadîs-i şerîflerin birinde buyuruldu ki:
(Eshâbıma dil uzatmayınız! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, sizden biriniz, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, Eshâbımdan birinin bir müd (875 gr), hattâ yarım müd sadakasına yetişemez.)
Babasının şehâdetiyle evin bütün yükü Hz. Ebû Sa’îd’in omuzlarına yüklendi. Evin geçimini sağlıyacak kimse olmadığı için, ailesi bir hayli sıkıntıya düştü. Annesi ile birlikte, çok sabırlı olduklarından dertlerini, sıkıntılarını kimseye söylemezlerdi. Aç kaldıkları zaman karınlarına taş bağlayarak açlıklarını gidermeye çalışırlardı.
Bir gün annesi dayanamamış ve, “Evlâdım, Resûlullah efendimiz kendisine başvuranları hiç geri çevirmiyor, onlara yiyecek birşey bulup veriyor. Sen de git, belki hakkımızda hayırlı olur” diyerek Ebû Sa’îd’i, Resûlullaha gönderdi.
Sabırdan üstün rızık yoktur
Ebû Sa’îd, Resûlullahı, Eshâbına nasîhat verirken buldu. Oturup dinlemeye başladı. Bir ara Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Kim Allahü teâlâdan başka her şeyden yüz çevirir ve her şeyi Allahü teâlâdan beklerse, Allahü teâlâ onu, ganî eyler, zengin kılar. Sabırdan üstün bir rızık yoktur. Eğer sabra râzı değilseniz isteyiniz, vereyim.
Bu mübârek sözleri işiten Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî, Peygamber efendimizden bir şey isteyemedi. Eve gelip durumu annesine olduğu gibi anlattı.
Ebû Sa’îd-i Hudrî’nin bu hareketinden sonra işleri yolunda gitti. Medîne’nin en zenginlerinden oldular.
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, Benî Mustalık gazâsına, sonra da Hendek gazâsına katıldı. Çok kahramanlıklar gösterdi. Gösterdiği kahramanlıkları Peygamberimiz pek beğenmişti.
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî Hendek savaşının hafiflediği bir öğle üzeri, Resûlullah efendimizden, evine kadar gitmek için izin istedi. Peygamberimiz izin verip buyurdu ki:
- Yanına silâhını al! Benî Kureyza Yahûdîlerinin sana zarar vermelerinden korkarım.
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî de emir gereğince, silâhlarını alarak evine gitti. Hanımı kapıda duruyordu. Niçin evde beklemeyip de dışarıda beklediğini sorunca, hanımı dedi ki:
- Niçin bana kızıyorsun? İçeriye gir de gör!
Eve girdiklerinde yatağın üzerinde, kocaman siyah bir yılan yatıyor gördüler.
Müslüman olan cinnîlerden
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî, mızrağını çekip yılana batırdı. Sonra yılanı yataktan kaldırınca, yatak üzerinde, yılanın yerinde, bir gencin yatmakta olduğu görüldü. Mızrağın ucundaki yılanı bahçeye çıkarıp astılar. Yılan titreyerek öldü. İçerde yataktaki genç de can çekişerek öldü. Yılanın mı, yoksa o gencin mi önce öldüğünü tesbit edemediler.
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî hemen gelip, Peygamber efendimize hâdiseyi bildirdi.
Peygamberimiz de buyurdu ki:
- O Medîne’deki Müslüman olan cinnîlerdendir. Onlardan bir şey görürseniz, onlara oradan gitmesi için üç gün müsâade ediniz! Bundan sonra, size tekrar görünecek olursa, onu öldürünüz. Çünkü, o, şeytandır.
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, 630 senesinde Alkame bin Mahrez’in emri altında küçük bir sefere çıktılar. Bu seferi Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî şöyle anlattı:
“Resûlullah efendimiz Alkame’yi bir sefere göndermişti. Ben de seferde bulundum. Hedefe yaklaştığımız sırada, kumandanımız askeri ikiye ayırdı.
Bir kısmını Abdullah bin Huzâfe’ye verdi. Ben de onunla birlikte idim.
Her dediğimi yapmalısınız!
Abdullah bin Huzâfe, Eshâb-ı kirâmın kahramanlarından olup, çok şakacı bir kimseydi. Yolda bir yerde, dinlenme molası verildi. Ateş yakıldı. Kimimiz ateşle ısınıyor, kimimiz de ateşte ba’zı işlerimizi görüyorduk. Bir ara Hz. Abdullah askerlere dedi ki:
- Sizler bana itaat etmekle vazîfelisiniz, öyle değil mi?
- Evet...
- Öyleyse her dediğimi yapmalısınız, değil mi?
- Elbette yaparız.
- Öyleyse şimdi size emrediyorum ki, hepiniz bu yanan ateşe giriniz!
Bunun üzerine, askerlerin çoğu hemen yerlerinden kalkıp ateşe atılmaya hazırlandılar. Hz. Abdullah, yerlerinden kalkan bu askerlerin emre itâatteki gayretlerini görüp çok sevindi ve buyurdu ki:
- Durunuz! Ben sizin itâatinizi denemek için böyle söyledim.
Bu seferden dönüşte, bu ateş hâdisesini Peygamber efendimize anlattık. Buyurdular ki:
- Size bir günâhı emredene itâat etmeyiniz!”
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri şöyle anlatır:
“Peygamber efendimize bir kimse geldi. “Kardeşimin karnında rahatsızlığı var. Ne yapayım?” diye sordu. Peygamber efendimiz de buyurdu ki:
- Bal şerbeti içir!
Soran kimse gidip, kardeşine bal şerbeti içirdi. Ertesi gün geri gelip, kardeşine bal şerbeti içirdiğini, ama rahatsızlığının arttığını söyledi. Resûlullah efendimiz yine buyurdu:
- Git ve ona bal şerbeti içir!
Kusûr kardeşinin karnındadır
O kimse gitti ve ertesi gün tekrar gelip, kardeşine bal şerbeti içirdiğini ve rahatsızlığının daha da arttığını söyleyince, bu defa Peygamber efendimiz şöyle buyurdu:
- Allahü teâlânın kelâmında yanlışlık olamaz. Kusûr kardeşinin karnındadır. Git ve ona bal şerbeti içir!
O kimse, bu defa da bal şerbetini içirince, kardeşi iyi oldu.”
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, duymuş olduğu hadîs-i şerîfleri hemen her yerde rivâyet ederdi. Fakat, “Hak ve hakîkate hizmette kusûr ederim” endişesiyle ağlardı. Rivâyet ettiği, herkes tarafından tanınmış olan bir hadîs-i şerîfte, Peygamberimiz buyurdular ki:
- İçinizden biri, bir münkeri, yasak edileni görürse ve ona eliyle mâni olabilirse, hemen ona mâni olsun. Eliyle mâni olamazsa diliyle, dili ile de mâni olamazsa, kalbiyle nefret etsin. Bu da îmânın en zayıfıdır.
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî, 30 kişilik bir seriyye kumandanlığına getirildi. Bu seriyye Medîne’den hareket etti. Yolda Müslüman olmayan bir Bedevî grubuna rastladılar ve onlara misâfir olmak istedilerse de kabûl edilmediler.
Reisimizi akrep soktu
Müslümanlar onların yakınlarında istirahat ederlerken, bu Bedevîlerin reislerini bir akrep soktu. Oradakiler, reislerini kurtarmak için birçok çârelere başvurdularsa da, şifâ hâsıl olmadı. Bedevîlerden ba’zıları dediler ki:
- Şu karşıda istirahat eden kâfileye gidip, akrep sokmasına karşı yapılacak tedâviyi soralım. Belki bilen vardır.
Birkaç kimse Eshâb-ı kirâma gelip sordular:
- Ey insanlar! Reisimizi biraz önce akrep soktu. Bildiğimiz çârelere başvurduk, fakat şifâ hâsıl olmadı. İçinizde bu işi bilen var mı?
Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri dedi ki:
- Siz bizim talebimizi önce reddettiniz, bizi misâfir kabûl etmediniz. Hastanızı tedâvi ederim. Fakat, buna karşılık olarak sizden bir sürü koyun alırız.
Onlar da kabûl ettiler. Reisin yanına vardılar. Ebû Sa’îd-i Hudrî, reisin yarasını sardı, yedi defa Fâtiha sûresini okudu. Okuma biter bitmez, reis hemen ayağa kalktı. Artık üzerinde hiçbir hastalık eseri kalmadı.
Bedevîler, Eshâb-ı kirâma anlaştıkları sürüyü verdiler. Ebû Sa’îd-i Hudrî hazretleri, “Bu sürüyü aramızda paylaşalım” diyen Eshâba dedi ki:
- Hayır! Peygamber efendimize bu hâdiseyi anlatırız, koyunları da kendilerine arz ederiz. Nasıl emir buyururlarsa öyle hareket ederiz.
Sefer dönüşünde, bu hâdiseyi anlattılar. Peygamberimiz;
- Fâtihanın bu kadar te’sîrli bir duâ olduğunu sana kim öğretti? buyurarak taltif ettiler. Sonra iyi hareket ettiklerini açıkladılar.
Hz. Ebû Sa’îd-i Hudrî şöyle anlatır:
“Bir gün, Peygamberimiz Eshâbına bir şeyler taksim ediyorlardı. Bir adam gelip dedi ki:
- Yâ Resûlallah! Adâlet üzere hareket et!
Kim adâlet eder?